Ahlâk nedir?
Ahlâk nedir? Bunun cevabı pek basit değil. En başta, insanın içiyle dışının bir olmasıdır herhâlde. Başkalarına yalan söylememek ama daha önemlisi, kendine yalan söylememek. Adil davranmak da ahlâkın içinde var. On emirden beridir dinler ahlâk üzerine kurulmuş. İslâm peygamberi, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” diyor.
Bazıları, dine inanmadıkça ahlâklı olunamayacağını, ahlâkın sadece dindarlara mahsus olduğunu söyler. Çevremizde dindar geçinen bazı siyasetçilere baktığımızda acaba bunun tersi mi doğru diye şüphe ederiz.
İNSAN AHLÂKLA DA TANIMLANIR
İşin aslı şöyle: Ahlâk, insanın genetiğine kazınmış. Hiç olmazsa ahlâk duygusu, adalet duygusu, merhamet ki bunlar birbirine kardeş duygular. Hatta şeref ve artık pek işitmediğimiz ve önemli bir başka duygu: İzzet-i nefs. Yenisi “özsaygı” galiba. Genetik keşfedilmeden önce de insanlar bunun farkındaydı ve içimizden gelen bu güzel duygulara bizim kültürümüzde “İnsanın fıtratında var.” diyorduk. Az önce “İnsanın genetiğine kazınmış.” diye yazdım, “fıtrat” kelimesinin kökünde de kazımak varmış. Vikipedya’daki fıtrat maddesi şu tanımla başlıyor: “Bir şeyi başlangıcında yarmak, kazmak anlamına gelen “fatr” kökünden türemiş…” Eh, asırlar önce, “genlerimizde var” diyecek hâli yoktu insanların her halde.
Çağdaş insanı, alet kullanmasıyla, ekonomideki çıkarına göre hareket etmesiyle, hatta oyun oynamasıyla tanımlayanlar var. Sırasıyla “homo faber”, “homo ekonomikus” ve “homo ludens”. Dediğinizi Latince söylerseniz daha ağırlıklı oluyor. Bizde de az Arapça böyle gibi. Hepsi doğrudur, ama bunları insana mahsus sanmak biraz nalıncı keserliği oluyor. Homo Ludens, yani oyun oynayan sade biz miyiz? Böyle olmadığını anlamak için oynayan kedilere, köpeklere bakmak bile yeter…
İşte bugünlerde modern insanı, alet, ekonomi ve oyundan başka, bir de ahlâkla tanımlayanlar var. Robert Wright, Greg Thornton ve arkadaşlarının yazdığı bir kitabın adı, Ahlâklı Hayvan: Biz neden böyleyiz?. Gerçekten ahlâk, doğruluk, adalet ölçüleri insanlığın tamamında, bütün toplumlarda var.
ADALET, ÖZSAYGI VE OYUN TEORİSİ
Bugünlerde psikologlar bol bol oyun teorisi deneyi yapıyor. Bunlardan, adına ültimatom oyunu denilen şöyle: Denekler ikişer ikişer oyuna alınıyor. Birine bir miktar para vaat ediliyor. Mesela 100 lira. Oyun şöyle. Parayı alacak olan onu ikinciyle paylaşmak zorunda. Nasıl paylaşacağına parayı alan karar veriyor. Eğer ikinci, paylaşımı kabul ederse ikisi de o paylaşıma göre paralarını alıp gidiyorlar. İkinci reddederse, ikisi de sıfır lira alıp oyunu terk ediyor. Matematik mantığının gereği nedir? Birincinin mümkün olduğu kadar az bir miktarı ikinciye teklif etmesi. Mesela, “99 bana, 1 sana…” İkincinin de paylaşım ne olursa olsun, kabul etmesi değil mi? Çünkü 99’a 1 gibi adaletsiz ve ahlâksız bir teklifi reddederse alacağı hiçtir.
Sonuçlar hiç de mantığa uymuyor. Değil 99-1, 75- 25 gibi teklifleri bile ikinci oyuncu reddediyor. Birinci oyuncu da beklenmeyen sıklıkta 50- 50 paylaşım teklif ediyor. İşte fıtrattaki adalet, ahlâk. Fıtrattaki… İsterseniz içgüdü deyin, isterseniz genlerimizdeki talimat… Hepsi doğru.
Yöneticiliğim sırasında geriye düşeni cezalandırmak yerine, öne geçeni ödüllendirmek yolunu seçmiştim. Hayretle şunu keşfettim: İnsanlar başkasının, kanaatlerine göre adaletsizce ödüllendirilmesine çok şiddetli tepki veriyorlardı. Hani neredeyse, “Onu mükâfatlandıracağına beni cezalandır, daha iyi.” dercesine.
MERHAMET: SEN NASIL MÜSLÜMANSIN?
Burada da nalıncı keserliği yapmışız. Adalet topluluk hâlinde yaşayan hayvanların genetiğinde de var. Şempanzeler arasında adaletsiz bir ödüllendirme yaparsanız kıyametler kopuyor. Daha da basite gidelim. Yarasalar da toplu yaşıyor. Biri hastalanıp gece beslenmeye çıkamazsa diğerleri kendi rızklarından ona veriyor. Daha da ilginci var. Bu “insanlığı” yapmayan yarasalar da var. Onlar hastalandığında, toplum da onlara yardımcı olmuyor.
Yine insanlara, bizim insanlarımıza döneyim ve gerçek bir ahlâk- adalet hikâyesi anlatayım: Galiba Kosova Barış Gücü’ndeydi. Subayımız, ailelere erzak dağıtıyor. Bir kadın, her gün, hakkının iki katını alıyor ve diğerleri hiç ses etmiyor. Subay fark edince, soruyor. Anlaşılıyor ki o hanım, evinde bir Sırp aileyi barındırmaktadır ve fazla erzak onlar içindir. Subayımız yüzleyince, cevap müthiştir: “Sen nasıl Müslümansın? Aclarından ölsünler mi?” Bu insanlar Serebnitza gibi katliamlardan yeni kurtulmuştur ama fıtrat böyledir işte.
Bu siyasî bir yazı olacaktı. Fakat sonuna geldim, siyasete yer kalmadı. Siyaset gelecek yazıya kalsın. Adalet ve ahlâk… Güçlü kurallar, güçlü hadler. Bunları çiğneyen siyasetçiye başarı yolları tıkanır. Hiç olmazsa demokrasilerde tıkanır.