Nasrallah-Tufeyli farkı
Suriye’nin masum çocuklarını vahşice öldürmekte Esed rejiminin Şebbiha’sı ile yarıştığı halde hâlâ Hizbullah diye anılan (tövbe estağfirullah) mâlum Lübnanlı örgütün -ismiyle nâmüsemma- lideri Hasan Nasrallah, Türkiye ile Rusya’nın İdlib konusunda vardığı mutabakattan memnun olduklarını bildirmekle beraber, Suriye’de kalmaya devam edeceklerini açıkladı.
“İdlib mutabakatından sonra da orada kalacağız. Bizim oradaki varlığımız, Suriye yönetiminin ihtiyaç ve talebine dayanıyor” dedi Nasrallah.
“Suriye yönetiminin”, yani kanlı Esed diktatörlüğünün ihtiyaç ve talebi; Suriye halkının değil.
Nasrallah’ın o cümlede Suriye halkını zikretmemiş olması, bu hakikatin itirafı gibi.
Bir nevi dürüstlük.
Tabii, ‘Suriye halkına rağmen oradayız’ diyecek kadar dürüst davranmasını bekleyemeyiz kendisinden.
Subhi Tufeyli değil ya bu!
Zaten Subhi Tufeyli’ye kalsaydı o örgüt bu rezil duruma düşmezdi.
***
Subhi Tufeyli…
O örgütün eski lideri…
Niye “eski”?
Geçen sene Gerçek Hayat’a şöyle anlatmıştı bunun sebebini:
“1982 yılında bildiğiniz gibi Siyonistler Lübnan’ın yarısını işgal etti. Bu işgal bütün savunma hatlarını çökertti. Filistin direnişi ülkeden çıkarıldı. Suriye ordusu perişan ve ezik bir şekilde Bekaa’ya çekilmek zorunda kaldı. Halk bütün kesimleriyle korku ve dehşet sarmalına yuvarlandı. Bu esnada biz, bir avuç insan, herkesin sindiği, kimsenin ortalıkta görünmediği bir zamanda düşmana karşı direnme kararı aldık… Ve biz, o yenilgilerin Arap askerinin başarısızlığı olmadığını, hükümetlerin Arap askerinin elini kolunu bağladığını ispat ettik. Arapların aslında kazanabileceğini gösterdik. Siyonistlerin, bırakın Arap savaşçılarından üstünlüğünü, savaş meydanında mücahitler karşısında ne kadar tabansız olduklarını cümle âleme ilan ettik. İşte o vakitler biz İmam Humeyni’den tam destek görüyorduk. Derken Lübnan dosyası üzerinde bazı ‘kayyım’ tipler zuhur etmeye başladı Tahran’da. Ve bunların yanı başında da Lübnan’a atanmış İranlı nevzuhur müsteşarlar. Ki bu müsteşar kılıklı heriflere bugün Suriye’de de tanık olmaktayız. Bunlar Lübnan’a geldiklerinde baktık ki gündemleri başka, bizim dış düşmandan kurtuluşumuzla filan pek ilgilenmiyorlar. Bir de fena halde buyurgan tipler. Mücahitler arasında illaki onların hükmü yürüyecek. İç savaşların pek çoğuna iştirak ettiler. Şia savunması iddiasıyla ünlü ‘kamplar savaşı’nda Filistinlilerle, daha sonra yine aynı iddiayla Lübnan’daki diğer gruplarla savaştılar… İç savaşlara müdahil olmalarıyla birlikte İranlılar ile aram gittikçe açılmaya başladı. Ortam öyle gerilmişti ki bir kibrit yaksak patlayacak hale gelmişti. İmam Humeyni sonrası iktidara gelen yeni yönetim, sahayı tamamen bunlara teslim etti. Bütün gruplara karşı savaş açtılar. Sebepsiz yere üstelik. İranlı grup Hizbullah’ı mali yönden teslim almaya başladıkça askeri yönden de ele geçirmeye başladı. Malumunuz, para kimdeyse egemenlik de onundur. Ben de daha fazla dayanamadım, Hizbullah’tan ayrılmak durumunda kaldım.” (Gerçek Hayat, 2 Eylül 2017)
İsrail’in 2000’de Güney Lübnan’dan çekilmesiyle sonuçlanan efsanevi direniş ve 2006’daki “33 Gün Savaşı”nda İsrail’e karşı verilen destansı mücadele, İran’ın güdümüne giren örgütün o fenalıklarını unutturmuştu; fakat Suriye’de üstlendiği aşağılık rol, o fenalıkları bile gölgede bırakarak, örgütün gerçek yüzünü bir daha unutulmayacak şekilde zihinlere kazıdı.
Şu cümleler de Subhi Tufeyli’ye ait:
“İran, Hizbullah’ı mezhep savaşıyla görevlendirdi… İran, lanetli ve günahkâr siyasetin öncülüğünü yapıyor…” (Müstakil Gazete, 11 Ocak 2016)
Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de hep aynı fitne…
Tufeyli, bu fitneden Allah’a sığındı; Nasrallah ise onu öpüp başının üstüne koydu.
***
Ne diyorduk?
Nasrallah, “Suriye yönetiminin ihtiyaç ve talebi”ne göre hareket ettiklerini söylüyor; ıslahat taleplerini kan deryasında boğma siyasetiyle Suriye’yi yıkıma -mezhebi, ırkî, coğrafî parçalanmaya- sürükleyen Esed diktatörlüğünden ve müttefiklerinden yaka silken Suriye halkını boş geçiyor…
O boşluk konusunda da Tufeyli’ye müracaat edelim.
Geçen ocak ayında Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte şöyle demişti Tufeyli:
“Suriye’nin güvenliğini ve birliğini önemseyen tek ülke Türkiye. Türkiye’nin Suriye politikası, Suriye halkının istek ve beklentileri ile uyumlu.”