“Siyaset budur Ahmet Bey, siyaset budur!”
Siyasette vasıflı kişilikleri harcamak, onların yerine rahatça “kumanda edilebilecek”, günün şartlarına göre “işe yarayan” adamlar getirmek maalesef bizim siyasi kültürümüzün köklü bir hastalığıdır. Bu hastalıktan arınmış siyasi bir parti ve hareket yoktur desem sanırım abartmış olmam. Bu aynı zamanda otoriter liderlerin değişmeyen ortak özelliğidir.
Önce “dava” vardır. Sonra dava başka bir şeye dönüşür. Otoriter liderler, birlikte yola çıktıkları “dava arkadaşlarını” bir süre sonra dışlayarak kendi kişisel egemenliklerini kurarlar. Oysa işin ilk zorlu süreçlerinde, mücadele isteyen dönemlerinde “ortak eser”, “ortak akıl” vardır. Ancak aşılması gereken zorlu eşikler başarı ile aşıldıktan sonra “dava” yavaş yavaş şahsileşmeye, gittikçe her şey tek bir ismin elinde toplanmaya başlar.
Neden böyle?
Çünkü otoriter kişiliğe sahip liderler kendi egemenliklerini kurduktan sonra birlikte yola çıktığı arkadaşlarına emir veremeyeceği, yapacağı işlerde tek başına rahat karar alamayacağı, rahat hareket edemeyeceği için emir vereceği ve verdiği emirleri sorgusuz sualsiz yapacağı bir çevreye ihtiyaç duyarlar.
Böylece liderlerin etrafındaki liyakatlı kadrolar gider ve itaatkar kadrolar oluşur. Liderin yeni çevresi sadece itaatkar kadrolarla sınırlı da olmaz, liderin dost kadrosunu ise iktidarın uzun süre kalacağını anlayan geçmişin hasımları oluşturur.
***
Merhum Adnan Menderes’in Bakanlarından Samet Ağaoğlu “Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri” kitabında babası Ahmet Ağaoğlu’ndan şu hatırayı nakleder:
“Babam Serbest Fırka macerasından sonra İstanbul Üniversitesi’ne -o zaman Darülfünun- profesör olarak Ankara’dan ayrılırken İnönü’ye vedaya gidiyor, ‘Paşam, diyor, ne garip tecelli, dün bizi beraberce idama, hapse, sürgüne götürenlerin bir kısmı bugün sizin yakın arkadaşlarınız. Ben ise size karşı bir insan sayılıyorum.’
İsmet Paşa babamın yüzünü okşayarak cevap veriyor:
“Siyaset budur Ahmet Bey, siyaset budur!” (Sh.26)
Evet, siyaset budur. Ancak bu kötü bir siyasettir. Kötü siyasetin ise uzun vadede ülkeye fayda sağladığı vaki değildir.
Bunun köklü bir hastalık olduğunu söylemiştik. Cumhuriyet’in ilk yıllarına gidelim mi?
Atatürk Cumhuriyet’i ilan ettikten sonra silah arkadaşlarını, Millî Mücadelenin askeri ve siyasi kadrosunu dışlamıştı. İsim mi istiyorsunuz, Millî Mücadele’nin temel direklerinden biri olan ve Atatürk’ün kariyerinin yolunu açan Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Paşa, Adnan Adıvar hatta Halide Edip Adıvar…
Bu isimler İstiklal Savaşı’nın kazanılmasından sonra ülkenin yeniden yapılandırılması için izlenecek yolun nasıl olması gerektiği konusunda farklı görüşler savundular. Yetkilerin Atatürk’te yoğunlaşmasına karşı çıktılar: İstiklal Mahkemeleri’ne, devrimlerin süratli ve çok sert bir zihniyetle gerçekleştirilmesine, Meclis’te temel hak ve özgürlükleri güvence altına almaya yönelik bir yasama faaliyetinin dışlanmasına, kuvvetlerin tek bir şahısta toplanmasına itiraz ettiler.
Bu itirazlar, haklı uyarıları dikkate alınmadığı için Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Bu fırka bugün hala acıları derinden hissedilen, toplumsal travmalara neden olan Tek Parti politikalarını önlemek için kurulmuştu.
İtirazları, haklı uyarıları dikkate alınsaydı hem toplumsal travmalara neden olacak baskıcı politikalar uygulanmamış olur hem de bu isimler yeni bir siyasi yol arayışına girmemiş olurdu.
Atatürk ne yaptı peki?
Bu arkadaşlarını 1927’de okuduğu Nutuk’ta hainlikle itham etti. Eski yol arkadaşlarının kendisine karşı büyük bir komplo kurduklarına inandı. Bu arkadaşlarını “İnkılaplar ilerledikçe yollarını ayırdılar” diye suçladı. Yani Atatürk’e göre ayrılanlar inkılapları tutmayan arkadaşlarıydı! Oysa bu isimlerden hiçbiri Cumhuriyet'e ve devrimlere karşı değildi.
İnönü, Atatürk’ün Nutkunu sonraki yıllarda okusaydı, eski arkadaşlarını böyle suçlamayabileceğini söylemiştir.
Devrim yıllarının 1920’lerdeki ateşli ortamında, Milli Mücadele’nin kahraman isimleri hele bir de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla muhalefet partisi kurunca…
Başlarına gelmeyen kalmadı. Hain ilan edildiler. İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandılar. Kimi hayatının sonuna kadar polis gözetiminde yaşadı kimi canını kurtarmak için yurt dışına kaçtı.
***
Hakeza bu tablo merhum Adnan Menderes için de pek farklı değildir.
AK Parti için de bu tablo farklı değil. AK Parti’nin kurucu kadrosunda ve ilk iktidar dönemindeki başarılarında imzası olanlardan kaç kişi bugün AK Parti'de ve hükümette!?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vasıflı, nitelikli, liyakatli, itibarlı, tecrübe ve birikimleriyle AK Parti’ye güç ve itibar katan “yol arkadaşlarını” dışlaması iyi mi oldu kötü mü oldu?
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Sadullah Ergin, Beşir Atalay, Nihat Ergün, Ömer Dinçer gibi isimlerin olduğu AK Parti özgürlük alanlarını genişleten, 3 Y ile mücadele eden, hukukun üstünlüğünü önemseyen, baskı ve korku politikaları uygulamayan, AB ile ilişkileri iyi olan, dışarıda dostları çoğaltan bir politika izliyordu.
***
Peki bugün nasıl bir AK Parti var? Ülke ne durumda?
Ağır adalet sorunları var. Temel hak ve özgürlük alanları nefes almayacak kadar daralmış durumda. Ülkede korku iklimi hâkim. AK Parti bugün 28 Şubat dönemiyle mukayese ediliyor ve maalesef toplumda bugün yaşananların 28 Şubat’tan daha ağır olduğu inancı pekişiyor. Bu döneme damgasını vuracak, tarihe kara bir leke olarak geçecek sayıları on binlerle ifade edilen KHK sorunu, birinci ikinci derecede yakınlarının de etkilendiği sayıları milyonlarla ifade edilen KHK mağduriyetleri var. İyi yönetilemeyen bir ekonomi var. Siyaset yargıyı kuşatmış durumda. Yargı ve kamu kurumları siyasetin elinde bir sopaya dönüşmüş gibi.
Ahmet Taşgetiren ve Yıldıray Oğur’la birlikte yaptığımız mülakatta Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu AK Parti’nin 3 Y’yi terk ettiğini ve ülkeyi 4 K ile yönettiğini söyledi.
4 K’nın ne olduğunu herkes biliyor. Kanun Hükmünde Kararname, Kayyum, Kamu Bankaları ve Kamu Maliyesi.
Bunun aksini söylemek mümkün mü?
Şimdi AK Parti’yi kuranlar, AK Parti’nin zahmetli günlerinin ilk yol arkadaşları AK Parti'den dışlandılar. Onları dışlayan AK Parti şirazeyi kaçırdı. Onlar da omuzlarında sorumluluk hissedip yeni bir siyasi yol arayışına girdiler. Babacan partisini kurmak üzere, Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisi’ni kurdu.
Cevap olarak Şehir Üniversitesi’ne ve Bilim ve Sanat Vakfı’na el konuldu. Tarih yine tekerrür ediyor…
Tekrar soruyorum: Erdoğan’ın eski “yol arkadaşlarını” dışlaması iyi mi oldu kötü mü oldu?
Bu isimlerin olduğu bir AK Parti iktidarında ülke KHK’lar, Kayyumlar, Kamu Bankaları, Kamu Maliyesi ile yönetilir miydi?