‘Analar ağlamasın’ sürecinden ‘anaları tartaklıyoruz’ sürecine...
Türk annenin de Kürt annenin de ağlamaması için başlatılan Kürt Açılım sürecini hatırlıyorsunuz değil mi?
Demokratik Açılım adından Milli Birlik ve Beraberlik ismine geçiş yapıldığı, PKK’nın süreci sabote etmek için gerçekleştirdiği tüm kanlı saldırılara rağmen, Kürt meselesinin siyasi çözümü konusunda adımların atıldığı dönemlerde, 58 cezaevinde 600’ün üzerinde KCK hükümlüsü, 60 gün süren bir açlık grevi başlatmıştı.
Görüntüde “anadilde savunma hakkı”, “hapishane koşullarının iyileştirilmesi” gibi talepler bahane edilmişti, gerçekte ise terörist başı Abdullah Öcalan’ın hapishane koşullarının daha da konforlu hale getirilmesi için başlattıkları “açlık grevlerinin” ellinci günüydü...
Tarih 31 Ekim 2012. Yer Berlin...
Almanya Başbakanı Angela Merkel ile birlikte basın toplantısı yapan dönemin Başbakanı Erdoğan’a, cezaevlerindeki açlık grevi sorulur. Cevap şu olur:
“Almanya’dan bütün dünyaya sesleniyorum. Türkiye’deki açlık grevi ya da ölüm orucuna açıklık getireyim. Ben bakanımı bizzat cezaevine gönderdim, bunları gitti yerlerinde izledi. Neyi talep ediyorlar diye baktığımız zaman bölücü terör örgütünün bırakılmasını... Dünyanın hiçbir yerinde bu tür şovlarla hukuk itilmez, yok farz edilmez. Hukuk neyi gerektiriyorsa o, sahibine teslim edilir.”
Erdoğan, Türkiye’ye döndükten sonra da, açlık greviyle ilgili açıklamalar yapmaya devam etti.
KCK’lı, PKK’lı tutukluların anne babalarına seslenirken, o dönemki adıyla BDP’ye de sert tepkiler gösterdi:
“Biz demokratikleşme ve özgürlükler alanında adımları atarken, terör örgütü insanları dağa çıkarttıkları, ölüme gönderdikleri yetmiyormuş şimdi de cezaevlerinde olanları ölüme zorluyorlar.” (3 Kasım 2012, Kızılcahamam)
“Cezaevlerinde ve örgütün kamplarında çocukları bulunan annelere, babalara buradan sesleniyorum. Sizlerin, çocukların hayatları üzerinden, canları üzerinden kendilerine saltanat düzeni kuranlara izin vermeyin.” (6 Kasım 2012)
Erdoğan, 13 Kasım 2012 tarihinde partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada Adalet Bakanını cezaevine gönderdiğini yineledi:
“Daha yeni Adalet Bakanımı gönderdim. Gitti, hem kendileriyle görüşmeler yaptı, talepleri vesaireleri neleri varsa bunları öğrendi.”
Sesinizi duyduk
Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, PKK’lı tutukluların bazı koğuşları ateşe verdikleri o günlerde Ankara Sincan Cezaevi’ne gitti. Açlık grevi yapan 26 mahkumla görüştü. Ardından düzenlediği basın toplantısında “sesinizi duyduk” dedi:
“Arife günü söylemek istiyorum. Temel hakların tamamlanması, eksiksiz yerine getirilmesi, şartların iyileştirilmesi noktasında kesintisiz işleyen bir süreç var. Hazırladığımız yargı paketleriyle onların da taleplerinin arasında olduğu bazı düzenlemelerle ilgili çalışmalarımız sürüyor. AB sürecinde mevcut şartlarını yenileyen, irade sahibi bir hükümet var. Bu düşüncelerimi açlık grevi yapan erkek ve kadın hükümlülerle paylaştım. Kendi açımdan faydalı temaslar olduğunu düşünüyorum.” (23 Ekim 2012)
Türkiye Cumhuriyeti devletinin Adalet Bakanı... Sadece açlık grevi yapmakla kalmayan, bazı koğuşları da ateşe veren PKK’lı, KCK’lı hükümlülerle gidip bizzat görüştü. Bayramlarını kutladı. Ve “sesinizi duyduk” dedi.
Zamanın Başbakanı Erdoğan da, gururla “Adalet Bakanımı gönderdim, talepleri vesaire ne varsa gidip öğrendi” dedi.
AK Parti’nin bu duruma yaklaşımı; ne “ölmeye ve öldürmeye odaklanmış terör örgütünün üyeleri” oldu, ne de hükümlülerin annelerine ve babalarına “PKK’lı teröristlerin yakınları” olarak bakmak oldu..
AK Parti iktidarı hem içeri de hem de dışarı da kendisini anlatabildi.
Nitekim 68 gün sonra açlık grevleri sonlandı.
Sayın Ergin, Avrupa Birliği’nin Türkiye raportörlerinden “Kürt sorununun çözümüne olan katkıları ve açlık grevlerinin sorunsuz bir şekilde sonlandırılması” konusunda harcadığı çabalardan dolayı övgüler aldı.
Bu yazıyı neden kaleme aldım?
Birincisi, 19 Nisan günü, Gebze cezaevi önünde, çocukları ölmesin diye sessizce bekleyen yaşlı kadınların, emniyet görevlilerinin ellerindeki sopalarla iteklendiği, vurulduğu, aşağılandığı, hakaret edildiğine dair medyaya yansıyan görüntüler...
Kim onlar?
Yaşlı kadınlar... Yaşlı anneler... Açlık grevlerinde olan veya intihar eden tutukluların aileleri, yakınları... (7 mahkum intihar etti. 1 kişi de Almanya'da.)
Ne talep ediyorlar, ne istiyorlar? Cezaevlerinde 160 gündür devam eden açlık grevlerinin ve eylemlerin durdurulmasını...
Polis açlık grevinin bitirilmesi için iktidara sesini duyurmaya çalışan, ‘çocuklarımız ölmesin’ diyen yaşlı kadınları sopayla ite ite uzaklaştırdı, kovaladı. Anlaşılan, bu dehşet görüntülerin videoya alınmış olması da umursanmamış.
Daha da vahimi ise, bu görüntüler ayıplanmadı, kınanmadı.
Nasıl yani...
Çocukları terörist olunca, anneler sopayla itilmeyi, aşağılanmayı hak ediyorlar mı, oldu mu şimdi?
İkincisi ise, 9 Haziran 2017 tarihinde Van Gevaş’ta dağda mantar toplayan köylüleri “terörist” olduğu gerekçesiyle gözaltına alıp işkence eden polisin “kamera kayıt kalitesi düşük” diyerek mahkemece beraat ettirilmesidir.
PKK’lı, KCK’lı olduğuna bakılmadan açlık grevleri yapanların ziyaret edildiği, talepleri nedir diye anlamaya çalışıldığı, anneliğin ideolojisi, siyaseti yoktur anlayışının hakim olduğu dönemden, polisin sopayla ittirdiği, hakaret ettiği döneme...
Anneler ağlamasın diye başlayan süreçten... Bakın “teröre ne de güzel göz açtırmıyoruz” sürecine...
İki dönemden çıkaracağımız ders ve benim de anlatmak istediğim şu: Terörle elbette anladığı usullerle mücadele ederken, insani jestler yapmayı hiç ihmal etmemek lazım. İnsani davranışlar teröre karşı devletin elini güçlendirir, terör örgütünün siyasi istismarlarını önler.