Türk kimliği
Neden kimlik Müslümanların yaşadığı her yerde bir mesele? Neden Müslümanlar kuşkulu, endişeli ve zihni bir karmaşanın içindeler?
En başından beri her yenilginin ardından yeniden canlandırılan ve her defasında daha da büyütülen kimlik meselemiz zaman içinde birçok farklı veçhesiyle; bugün ise etnik, yerel taleplerle gündemimizde yer almaya devam ediyor.
***
Peki biz kimiz? Niçin bir aradayız? Nereden geldik buraya? Burada varlığımızı anlamlı kılan nedir?
Bu soruların cevaplarını ararken Müslümanca ihtimamı göstermediğimiz takdirde varacağımız bilaistisna her sonuç bizi dünya sisteminin rızasına uyan bir yere götürür. Müslümanca ihtimamın eksik olması, varlığımızın manasına uygun anlayışın, tavrın, yaklaşımın eksik olması demektir.
Kimlik meselemiz varlığımızın manasını dikkate almayışımızla, dünya ile ilişkimizde fazla ciddileşmemizle, modern zamanlarda ise tümden dünyevileşmemizle büyüdü. Kimlik meselemizi kendi içimizde ‘biz olarak’ ve ‘biz kalarak’ konuşamadığımız için bu toprakların ruhuna, dokusuna uymayan ‘meseleler’ bize bir mesele olarak dayatılıyor, bizi millet olarak yoran bu ‘meselelerden’ dolayı her geçen gün biraz daha kendimizden uzaklaşıyoruz.
***
Bugün kimlik meselemizin temelini ‘Türk’ kavramına bakıştaki çarpıklık oluşturuyor. Kemalizm her hâkim gücün benimsediği bir metodu tercih etti, bin senede manasını kazanan Türk kimliğinin köklü manasını manipüle etti. Hristiyan dünyasıyla din adına yürütülen mücadelenin siyasal adlandırması olan, “Ceddin deden, neslin baban / Hep kahraman Türk milleti’ndeki Türk’ü, batılılaşmanın bir enstrümanı haline getirdi. Kemalizm, bin yılın neticesinde ‘kazanılmış bir mana olan Türklüğe’ dönemin paradigmasına uygun bir antik tarih yazıp Türklüğü bir ırk düzeyine indirdi, ırkları da millet meselesinde dikkate alınması istenen bir kategori olarak kabul ettirdi.
Kimlik meselemizden kaynaklı sıkıntılara farklı örnekler verilebilir.
Kimlik meselemiz, Müslümanlığa yaklaşım meselemizle doğrudan alakalı. Müslümanlık tarifimiz sıkıntılı olduğu için bugün her şeyimiz sıkıntılı durumda. Yaşadığımız evler, akrabalık ilişkilerimiz, zenginlerimizdeki ihtiras, edebiyatımızdaki düzeysizlik, musikimizdeki durgunluk, sınırlarımızla ilgili kafa karışıklığımız vb sayılabilecek her husus Müslümanlığımızla olan irtibatımızın sadece zayıflığıyla değil yanlış oluşuyla da ilgili.
***
İslâm dinlerden bir din değil. ‘Dünyada birçok din vardır ve İslâm da onlardan biridir’, düşüncesi yanlıştır. Bunu bize ‘Kitabımız’ söylüyor. İslâm bizim için Allah katında hak olan tek din. Bu inanç bugün yıpratılmış durumda. İslâm ‘semavî dinler’, ‘evrensel dinler’ vb konseptlerle dinlerden bir din haline ‘getirilmek’ üzeredir. Oysa biz kendimizi İslâm’ın Adem Aleyhisselâm’dan beri devam ede gelen Tevhid’in son halkasında görürüz. Resulullah tüm nebilerin, resullerin hatırlattıkları hakikati son kez hatırlatan, mesajı tamamlayandır. Öncesi Resulullah’ın hatırlattığında mündemiç; sonrası ise Resulullah’ın işaret ettiğinde...
Adem Aleyhisselâm’dan beri gelen insan neslinin her bir fırkası vahye muhatap olmuş. Her bir kavim Allah’ın varlığı, birliği ve bilgisinden haberdar kılınmış. Allah dil ile yarattığı her kavme hakikati hatırlatmış. Peygamberler de geldikleri toplumlara onların dilleriyle konuştular. Belki insanoğluna hakikat, dillerin çeşitliliği sayısınca hatırlatıldı... Hz. Adem’den beri insanlık birbirine değen, benzeyen bir hayatı yaşadı. Antik Yunandaki mitoloji ile Hint mitolojisinde bulunan ortaklıkları insanlığın ortak hafızasında aramak gerekmez mi?
Allah en son Arapça indirilmiş Kur’ân-ı Kerim’le hitap etti bize. Arapların diliyle biz Türk milletine ve İngilizlere, Hintlilere, Çinlilere, Latinlere ve kıyamete kadar var olacak diğer tüm milletlere...
Üç meseleyle devam edeceğim nasipse. Dil, ırk ve Türkçeyle.