Toplantı cumhuriyeti
Aslında kırk beş gün önce başlayan mevzu ama ben onun son bir haftasının kurbanıyım. Bir apartman toplantısından söz ediyorum.
***
Yazımızın konusu, çatımızın borusu. Çatı deyip geçmeyin. Çatı, ciddi bir kültür. Hayatımda ilk kez duyduğum kelimeler: Membran, çelik hadde, arduvaz, tek kat panel, makas kirişi, dörtlük çatı tahtası, -müteahhidin getirdiği bir sekizlik çatı tahtası- dik inişli süzgeç, metal şingıl… Bu kelimelerin normal insan hayatında bayağı bir anlamı varmış, leyla leyla yaşayan benim gibi tipler yeni duyuyor tabii. Katkısı fazla genel kültüre.
Toplantı cumhuriyetinde yaşıyoruz ya, bizimki de onun içinde.
Karşı komşumuzun evindeyiz. Kimler var sayıyorum; nihayet ulaşabildiğimiz yönetici, mevzu hakkında derinlemesine bilgi sahibi ve aynı zamanda endüstri mühendisi İrem Hanım ve sevgili eşi inşaat yüksek mühendisi Haluk Bey, diğer komşumuz büfeci Rasim Bey, bir diğer komşumuz banka müdürü Emre Bey ve esasen mevzunun tamamen dışında yer alan ama çatısı akan Karar yazarı bir apartman sakini olarak bendeniz Bekir Bey.
***
Mikrofonu ilk ele geçiren sayın yönetici: “Yıl 1999!” diye lafa girdi. Ardından “2004”, sonra “2008” daha sonra “2018” dedi. “Bunlar ne demek” deyip çatı ile ilgili tespitlerini peş peşe sıraladı: “Şimdiye kadar yapıldığını zannettiğiniz çatı toplantıları boşuna yapıldı. Üç beş kiremit değiştirmekle bu iş hallolmaz beyler. Biz bu işi biliyoruz. Ne söylediysek onun arkasındayız. İşçiler yarın geliyor. Kimse bana hesap sorar gibi laf edemez, laf sokar gibi laf edemez!”
Yönetici kendini kaptırmış vaziyette bunları anlatırken ondan daha heyecanlı olan ve günlerdir yöneticinin yakasına yapışmak için bu anı bekleyen Haluk Bey kimsenin beklemeyeceği bir şekilde yumruğunu sallayıverdi. Yumruklar yöneticinin omzuna gidip gelirken o avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Yarım kalan çatının hesabını ver! Bize maval okuma. Hangi işçi ne zaman gelecek, ortada bir cenaze var, bunu kim kaldıracak? Yağmurlar başladığında senin evin mi akacak? Biz bu parayı peşin peşin verdik mi kardeşim, verdik. Şimdi sen bizi aptal mı sanıyorsun!”
Yönetici aldığı darbelerden sonra şok yaşıyordu. Hepimiz şok yaşıyorduk. Biz ne yapacağımızı bilemez vaziyetteyken İrem Hanım elinde kahve tepsisiyle beliriverdi: “Herkes nasıl içer diye soramadım ama kahveleriniz orta şekerli. Yöneticimizden başlayalım önce, buyrun…”
Şaka gibi her şey.
Yöneticinin hamlesini bekliyordum artık. Adam ilk iş olarak yerini değiştirip başka bir koltuğa geçerek Haluk Bey’den uzaklaştı. Sonra hiç vakit kaybetmeden yarım kalan cümlesini tamamladı: “Biz başladığımız işi bitiririz, kimseye hesap verecek durumda değilim, ayrıca bu işin tek sorumlusu ben değilim, bu yumrukların altında kalmam arkadaş!”
Tam o esnada bizim yönetici elindeki kahve fincanını Haluk Bey’e doğru son sürat fırlattı. Kahve fincanı tam isabet alnının ortasında patladı. Meğer adam ince ince hesaplar yaparak Haluk Bey’in alnına nişan alabilmek için yer değiştirmiş.
Şok şok şok… Şok devam ediyordu.
O sırada konuşulanlardan hayal meyal hatırladığım iki şey var. Banka müdürü: “Arkadaşlar sakin olun lütfen, bizim bankadan kredi ayarlar, borçları kapatırız” diyordu. Bir de büfeci abimizin “İrem Hanım, İrem Hanım! Buz torbası, buz torbası!” sözleri.
Velhasıl geceyi karakolda karşılıklı şikayetlerle noktaladık.
***
Mevzu ile doğrudan alakası var. Adamın biri yolda sakin sakin yürürken arkadan gelen bir otomobil son sürat adama çarpmış. Otomobilin çarptığı adam üç takla atıp birazcık kendine geldikten sonra ayağa kalkıp başlamış kaçmaya. “Dur ne yapıyorsun hemşerim, hastane doktor falan filan” diye bağırıp çağırsalar da arkasından o, ardına bakmadan “Ben iyiyim, ben iyiyim! Sakın beni şahit yazmayııın” sözleriyle uzaklaşmış olay yerinden.
Sevgili okur, çatının akıbetini merak ediyorsan ben de tam olarak bilmiyorum. Allah sonumuzu hayretsin. Son durumu bir ara bildiririm ama.
Hayat gerçekten piknik değil.