Kamerun, süper ülke!
Afrika’nın ortasından, Kamerun’dan merhaba. Bugüne kadar gördüğüm en yeşil memleket. Dağlar tepeler gökyüzüne kadar yeşile boyanmış. Her yerde ananas, muz, papaya, Hindistan cevizi ağaçları, tarlaları… 300’e yakın etnik topluluk yaşıyor, 200’ün üzerinde yerel dil konuşuluyor…
İngilizce anlaşıyorum. Fransızca ve İngilizce ülkenin resmi dilleri.
***
Kamerun’u sevdim. Benim gibi Beşiktaş taraftarı bir fanatik futbol izleyicisi için muhteşem hatta. Dünya çapında futbolcuları olan bir siyahlar ülkesi. Severin Bikoko, Henri Bienvenu, Dorge Kouemaha, Alioum Saidou, Samuel Eto’o, Herve, Kamerunlu. Türkiye’de top koşturan Souleymanou Hamidou, Song, Pierre Webo, Armand Devmi de... 1990’larda fırtına gibi esen Kamerun’un forvetleri Omam ve Kana Bıyık kardeşleri ise unutamam.
***
İstanbul’dan yedi saat süren bir uçak yolculuğundan sonra kendinizi Douala’da buluyorsunuz. Ticaret ve ekonomi merkezi. Şehirde dikkatinizi çeken ilk şey -geleneksel Afrika yerleşim yerlerinin aksine- çarşı ve pazardaki renklilik, çeşitlilik…
Kamerunlular fotoğraf çeken insanlara surat asıyor, sinirli sinirli bakıyorlar. Ama bir tebessüm, her şeyi kurtarıyor, gördüm. Bir tebessüm ve el sallamayla gönüller sizin.
Yolda karşılaştığınız birisine, “N’olacak bu Kamerun’un hali?” dediğiniz vakit alacağınız cevap şu: “Kölelik bizi teğet geçti. Orta Afrika’da, Gine’de yaşanan zulümler bizde olmadı. İngilizler bizi çok zalim bir şekilde sindirmeye çalıştılar. Ama Fransızlar çok iyi niyetlerle, eşitlik ve özgürlük getirerek geldiler.” Fransızlar onlara şunu söylemiş: “Geliştiğiniz ve ilerlediğiniz vakit tıpkı bizim gibi olursunuz. Evet, işte o zaman özgür ve eşit bireyler olacaksınız!” Fransızların iktisadi hayatı ellerinde tutabilmek için Kamerun’a attığı kazık bu. Tavşan kaç, tazı tut yani. Garoua’da, Douala’da ve başkent Yaounde sokaklarında hep bu muhabbet var.
Kilometrelerce uzunlukta palmiye, muz, kauçuk, Hindistan cevizi tarlaları görüyorum. Bunların çoğunluğu Kamerunluların değilmiş. Çin, İngiltere, Fransa yatırım yapıyormuş bu araziler üzerinde.
Sokaklar da Çin malları işgali altında.
***
Yirmi beş milyonluk Kamerun İngiltere ve Fransa’dan 1960’da bağımsızlığını almış. Nüfusun yüzde 70’i Hıristiyan. Beş milyon da Müslüman yaşıyor. Müslümanlar ülkenin kuzeyinde, Garoua’da ve Maroua’da daha çok.
İki yıl Türkiye’de de yaşamış olan Maroualı mihmandarımın sözü kayıtlara geçecek türden: “Ben gerçek İslam’ın Türkiye’de yaşandığını gördüm. Ve ülkemdeki Müslümanların o şekilde olmasını arzu ettim.”
Havaalanında karşılaştığım bir Protestan Fransız’ın söylediklerini de aktarmadan geçmek olmaz: “Müslüman olursam iki sebepten olurum. Sizde hoşgörü ve paylaşım var. Bizde ise örneğin bir Hıristiyan yemek yerken yanında kim var kim yok, umrunda değildir. Ama siz yanınızdakini davet etmeden yemeğe başlamazsınız.”
Az daha unutuyordum, Pigmeler var bir de Kamerun’da. Boyları bir metre elli santimi geçmeyen, sayıları az bir topluluk. Modern hayatın araçlarını reddediyorlar. Ormanların derinliklerinde yaşıyorlar. Komik tipler. Hızla Müslüman oluyorlarmış. ‘Müslüman Pigmeler!’ Kulağa da hoş geliyor…
Kamerunluların en sevdiği yemek, aynı zamanda milli yemekleri Ndole. Bir çeşit yahni. Malzemesini de öğrendim; kuru yemiş, fındık fıstık, yeşil sebze yaprakları… Afrika’nın kuru rüzgârına da ilk defa Garoua’da yakalandım…
Tadımlık Kamerun yazısı, bu kadar.
***
Havaalanında beni uğurlamaya gelen -bir kısmı da Pigme- dostlarımın yanında bir minik arkadaşımı görüyorum. Fatih Ketancı! “Sen Güney Afrika’da değil miydin?” deyince, “Abi mevzu biraz karışık, Muhammet Berdibek de burada, sen onu gördün mü?” diyor. Ben de şaşkınlıkla, “Allah Allah! Berdibek Üsküp’te olacaktı. Mevzu harbiden karışmış…” diye mırıldanırken Fatih devreye giriyor, “Üstat, o da ayrı bir yazının konusu, onu da yazarsın herhalde” diyor.
Arkadaş milliyetçisiyiz nasıl olsa, bize yakışır diyorum ben de…