Nereye gidiyoruz böyle? Eve, hep eve!
İnsan, daima eksiktir! Bu eksikliği sezdiğinde, kalbine bir rüya düşer; kendini tamamlayacak şeyin ötelerde, meçhul bir yerde olduğunu hisseder.
Bir ses, meçhul ve büyülü bir ses, sende der, sende şu eksik! Bul onu, bulursan tamamlanacak, kanatlanacaksın! Herkes duyar mı bu sesi? Sanmam! Sadece ona kulak kesilenler, “kendini adayanlar” (Doğu Yolculuğu, Can Yay., 2019, s. 17) duyar. Sonra yol! Yola düşer; ezelden ebede doğru akıp giden emel gurbetine, ışığın yurduna. Hesse’nin roman kahramanının “gençliğimi peşine takan, beni masalcı, müzisyen, çömez yapan ve ta Morbio’ya kadar götüren ” (s. 64) tatlı, masum ve kutsal düş dediği şeye ulaşmak için çıkılan yolculuktur bu! Uzun ve zor! Yolda kimler yok ki! Krallar, filozoflar, şairler, ressamlar… Örneğin; ruhsuz bir çağın sığ sularında Nuh’un gemisini yüzdüren Hans C., susen çiçeğini arayan Anselm, Paul Klee… Yazarın Cemiyet dediği, dinsel ve mistik bir anlam yüklediği bu zümre, içlerindeki dipsiz kuyularda rüyalarının peşine düştüler. Hesse, eserlerinin çoğunda bu arayışı anlattı.
“Nereye gidiyoruz böyle? Eve, hep eve”. Novalis, böyle diyor bir dizesinde. Ev nerededir, ne zaman ulaşılır belli değil! Ama hep o evi arar insan! Hesse’nin “Doğu Yolculuğu” böyle bir şey; “salt bir ülke ya da coğraf[yayı] (s. 25), belli bir zaman dilimini kapsamıyor. Doğu, metafizik bir simge onda; “ruhun yurdu”, “hem her yer hem hiçbir yer” (s. 25)… Üstelik trenler, gemiler, otomobiller veya uçaklarla gidilmez oraya! (s. 12), Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” şiirinde dediği gibi “gemiler götüremez”!.. Belli ki Hesse, dünya var olduğundan beri süren, insanı hakikate, güzele götüren ruhsal bir yolculuktan bahsediyor.
Hesse’nin “Doğu Yolculuğu”nu yukarıda sözünü ettiğim anlam dairesinde, simgelerle örülü, mistik/ ruhsal bir yolculuk öyküsü olarak okumak lâzım. Bu bağlamda öykü, içerik ve kurgusuna uygun biçimde arayanlar, yol/ yolculuk ve aranan şeklinde şematize edilebilir. Arayanlar, elbette ki yola çıkanlar. Başkahraman bu bakımdan âdeta bir çağdaş derviş; ama tereddütleri, kuşkuları olan bir derviş. Nitekim bir zaaf ânında terk eder yolu. Benzer tereddütleri başkaları da yaşıyor. Örneğin bir genç, rasyonel yaşamdan kopuk olduğu gerekçesiyle yolculuğu terk edip, “güvenli demiryoluna, mantığa ve yararlı iş”lere geri dönüyor (s. 20). Hesse’nin eserinde böyle, “demiryolu”, “mantık” gibi mana/ ruh karşıtlığını yansıtan birçok metafor var. Yazar belli ki, tercihini teknolojiye, maddeye dayanan modern dünyadan değil ruhtan yana yapıyor.
Bir bütün olarak bakıldığında arayan kafilenin romanda ‘Cemiyet’le sembolize edildiği (tasavvufta tarikat), Leo’nun bilge bir kılavuz olduğu (tasavvufta mürşit) ve öykünün sonunda H.H adlı başkahramanın Leo ile birleşip (tasavvufta vahdet-i vücut) ikilikten kurtulduğu söylenebilir.
İşte bitti! Bize, aslında hâlâ yaşadığımız, ama artık farkında olmadığımız bir yolculuğu, arayışını, özlem duyduğun bir dünyayı anlattın “Doğu Yolculuğu”nda Bay Hermann Hesse! Doğu dedin o dünyaya! Trenlerin, uçakların, motor gürültülerinin, bankamatik ve bilgisayarların ekranlarından artarda kayan rakamların, yılışık yüzlerin ve cümlelerin ortasında gözü kararmış, daracık beton evlere, hayal gözümüzü kör eden bu fizik dünyaya kapanıp kalmış bizler, bilmiyoruz artık nerede “Doğu”muz?.. Oysa tam da dediğin gibi; “Öyle şeyler görür ki uzaklara giden biri”! Ama sonra dönüp anlattığında yolculuğunu; “Çoğunlukla yalancıya çıkar adı”. Şimdi biz, büyüyoruz çelikten Tanrılarımızla, Leo ise aksine küçülüyor! ‘Doğu’yu yutuyor Batı! Tahmin ettiğin gibi, toylar şarkına pek inanmayacaklar!
Ama dur! Uzaklarda, doğumuzda, solgun ve saf bir yüzün hayali bizi kendine çağırıyor!..