Modern ve lirik bir ağıt olarak “Ses ve Öfke”
Sıkı ve girift bir roman William Faulkner’ın “Ses ve Öfke”si. İki yönüyle dikkat çekiyor. İlki, modern kurgusu ve dili, ikincisi lirik öyküsü. Kurgusu ve dili itibarıyla modern, öyküde ele aldığı toplum ve aile açısından geleneksel…
Önce kurgu ve dile göz atalım. Zaman ve mekânı sadece beş duyu ile algılayan, dış dünyanın işleyişine tâbi, kronolojiye; kısaca Kartezyen mantığa uygun bir teknik ve dili yok romanın. Olgular, zaman ve mekân, dış gerçekliğin değil zihnin/bilincin işleyişine tâbi. Dolayısıyla zaman ve mekânda olabildiğince özgür biçimde, hâl ve mazi arasında; hatta mazi içinde anlık geçişler, gidiş-gelişler, sıçramalar yapabiliyor yazar. Böylece yansıtıcı/anlatıcı bilinç içinde, zaman, mekân ve gerçeklik parçalanıyor, dağılıyor, girift bir yumağa dönüşüyor metin. Özellikle Benjamin ve Quentin’in anlatıcı/yansıtıcı bilinç olarak kullanıldığı ilk iki bölümde çok parçalı, kesik, birbiriyle ilintisiz yapı oldukça belirgin. Jason’un anlatıcı olduğu üçüncü bölümde giderek dış gerçeklik ağır basmaya başlıyor, son bölümde ise okur tümüyle bilinçaltından su yüzüne; somut gerçekliğe çıkıyor… O hâlde şunu söyleyebiliriz; çok parçalı, tıpkı zihnin/bilincin işleyişi gibi kararsız, rastlantısal, yönsüz, oradan oraya atlayan tekinsiz bir roman “Ses ve Öfke”. Bu parçalanmaya, bu zihinsel sıçramalara paralel olarak, dil de bir sayıklama gibi kopuk kopuk ve sentaks yer yer bozuluyor, zihnî karmaşa doğallıkla dile yansıyor…
İkinci önemli yönü, anlattığı öykü demiştim. Faulkner, romanında bir kasabada, geleneksel bir toplumda yaşayan Compson ailesini konu ediniyor. Dolayısıyla eserde ana figür, Compson ailesi. Ve en önemlisi, öykünün de bir ‘dağılma ve parçalanma’ öyküsü olması. Bu açıdan bakınca, öyküyle kurgu ve dil, “dağılma ve parçalanma’ itibarıyla birbiriyle örtüşüyor. Kısaca ailenin parçalanma öyküsü/öz; yani zihinsek kaos, kendine uygun bir biçim ve dille sunuluyor.
Doğrusu, bu zihinsel sıçramaları, bu bilinç akışını dikkatle izlemek, onca parçayı ve kronolojik sapmayı bütünleştirmek, bir yazar için -elbette okur için de- oldukça zor olsa gerek… “Ses ve Öfke”yi başarılı kılan da bu bence.
Son olarak şuna da değinmem gerekiyor: Ben bu kaotik, parçalanmış bilinçlerde –ki Compson ailesinin hepsinde bu parçalanmışlık var- onların zihinsel derinliklerinde, lirik ve dokunaklı bir ağıt buldum. Açıkça söylenmeyen, ama bilinçlerin derinliklerinde oradan oraya çarparak dolaşan ve birbirine eklemlenerek büyüyen bir mutsuzluktu bu!.. Mutsuzluk, kimi kez aklî dengesi bozuk Benjamin’in anlamsız gibi görünen çığlıklarına, böğürmesine, bağırtılarına yansıyan acı bir ‘ses’ hâlinde vuruyordu dışa, kimi kez de Quentin’in, kendisini bırakıp giden kız kardeşi Caddy’ye duyduğu ve onu intihara kadar sürükleyen büyük bir ‘öfke’ hâlinde… Bütün bunlara, genç kızlık arzularıyla gelenek arasında kalan, bu bağlamda hem aileyle hem de kendisiyle çatışan, yanlış bir evlilik yaparak ailesinden ve çocuğundan kopmak durumunda kalan Caddy’yi, ailenin geçimini üstlenmek uğruna bir kasaba dükkânına âdeta gömülen, küçük, kurnaz esnaf Jason’u ve tabii ki, çocuklarının, hatta torununun birer birer dağılışını, elinden bir şey gelmeksizin çaresizlik içinde seyreden anneyi eklemek gerekiyor. Böylece bu parçalanmış bilinçlerin derinliklerinde, dağılmış, flu bir mutsuz aile tablosu beliriyor.
İşte bu bakımdan lirik bir ağıttır “Ses ve Öfke”… Bir ailenin yıkılış öyküsünü, taa bilinçlerinin derinliklerinden kavrayan, sese ve öfkeye bulanmış flu bir hüzün…
Romanın sonunda, ailenin tüm acılarına şahit olan yaşlı zenci Dilsey, “Başlangıcı ve sonu gördüm” (s. 261) der. Biz de gördük, bilinçlerimizin altında ne ırmaklar akıyor!..