Kehribar yüzlü şair Behçet Necatigil

Geçen hafta -16 Nisan- Behçet Necatigil’in doğumunun 100. yıldönümüydü. Bu arada adı bir ‘siyasî’ tartışmaya bile konu edildi! Necatigil gibi siyasetten uzak, yumruğunu dahi sıkmamış bir şairi bu tür konulara malzeme etmek ayıp! Yani Necatigil’i hiç çekmeyin sağa sola, kendi kavganıza! O evine kapanmış ‘yalnız’ şairin ne işi olur sokakla, kalabalıklarla, marşlarla, yürüyüşlerle, mitinglerle, siyasî bildirilerle. Onun işi buruşmuş kâğıtlarla, sigara paketlerine yazdığı şiirlerle, kitaplarla… Öyle der ya Cemal Süreya; “Nereye mi yazardı şiirlerini/Bir şey çıkmamış biletlerin kenarına yazardı”… Rahat bırakın bu mütevazı, mahcup, içine kapanık müftü oğlunu. Evet babası bir dersiâmdı, vaizdi, müftüydü. Belli ki ondan almış ağırbaşlılığını, dervişçe tavrını… Şiirlerinde dahi hep sessizdir, yüksek sesle konuşmaz, yüksek sesle okunmaz dizeleri… Hiddet değil, hikmet vardır söylediklerinde.

***

Hayat onun için fâni idi, ‘arada’ yaşadı hep, misafir gibi oturdu bu dünya evinde. Sokağı sevmedi pek, evine, çalışma odasına kapandı, çıktıysa da bir lokma ekmek için. Yalnızlığını yazarak azaltıyordu. Zihnimde onu eski bir İstanbul sokağında, yokuş yukarı bir elinde filesi, diğer elinde çantası, yorgun argın eve dönerken hayal ediyorum. “Eski Sokak” şiirinde; “Akşamları çanta, file –yorgun, ağır/Dönerdik eve.” diye anlatır ya!.. Kimseye ilişmedi, sesini yükseltmedi kendi köşesinde sırasını bekledi sessizce. Nedense bana hep o ağaç kokan eski ahşap evlerin ve serin, dar sokaklı küçük İstanbul mahallelerinin özlemini duydu gibi gelir “Evler Şairi”. “Küçük ahşap bir dizi evlerdi/On yıl önce o sokak/Sonra geniş caddelere çıktık/Apartman –sizden uzak” dizelerinde dile getirmiş bu özlemini. Kendi içinde yaşayan adamdı; kavgasız, kaderine razı. Yok muydu dertleri? Vardı elbet! Daha çocukken yakalandığı hastalığın sıkıntılarını bir ömür boyu çekti; “Hastalıklar haram eder hayatı” demiş bir şiirinde. Sonra ev, yoksulluk, geçim sıkıntısı, kayınvalidesinin hastalığı… Ama isyan etmedi, bunalmadı, bunaltmadı. “Şikâyet Tanrı’ya isyandır ve saadet küçük şeylerde” diyor bir mektubunda.

***

Şiirlerine sükûnet ve rıza hâkimdir, mümin ve mütevekkil bir sükûnet… Biliyordu, kader önünde insan acizdi. Ama insanlar, sarılırlardı dört elle dünyaya, kırıp dökerlerdi yer vermemek için başkalarına. Oysa boşuna! Her gelen gidecek sonunda. “Dönme Dolap” şiirinde anlatır bunları… Dünyanın fâniliğini, insanların itişip kakışmasını, ama ölümün mukadder olduğunu da… “Neylersin ölüm herkesin başında/Uyudun uyanmadın olacak” diyordu ya Cahit Sıtkı! Necatigil için de öyleydi. Hayat bu, dönme dolap gibi döner durur. Sırası geldiğinde binenler oluyor, inenler oluyor… Onun derdi kendine yer açmak değil, sırası geldiğinde, kimseyi incitmeden, o sıkışık sıralardan çıkıp gitmek!..

***

Necatigil’in şiirinin temelinde işte böyle bir ‘terbiye’, ‘nezaket’ ve ‘edep’ var. Bu terbiyenin arkasında, babası, dersiâm, vaiz ve müftü Mehmet Necati Efendi ile annesi -Fatih ve Dolmabahçe Camilerinde başimamlık da yapmış olan Geyveli Müderris Hafız İbrahim Hakkı Efendi’nin kızı- Fatma Bedriye Hanım bulunuyor bence.

***

Öyle ki, baba Mehmet Necati Efendi odaya girdiğinde herkes yerinden kalkar, o oturmadan oturulmaz, sofrada önce mutlaka dua edilir yemeğe önce onun başlaması beklenirmiş. İşte Necatigil, bu ‘Müslüman terbiyesi’nin ve ‘klâsik şiir geleneği’nin yoğurduğu şahsiyettir. Zaten modern çağın dar zamanlarından şikâyetçiydi, ona bir de ‘dar gömlekler’ biçmeyelim!..
Her şey yarım yârim, dermiş. Öyle gerçekten!..

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum