Türkçe bize bir hayat sunuyor mu?
Türkçe diye bir dil, Türkiye diye bir ülke vardı. Yine var Allah’a şükür. Ama derdimiz de var. Türkçe ve Türkiye derdimiz büyük. İnsanlar; büyük, güzel, yeşil ülkemizde mutlu bir şekilde yaşarlardı. Kendilerini rahat bir şekilde ifade edebilecekleri dilleri vardı çünkü. Dilleri, yani hayatları…
Türkçe, insanlara bir “hayat” sunuyordu çünkü. Etle kemik gibi içli dışlı olduğumuz dil; evimizdi, hayatımızdı. Evimizi hangi rahatlıkla kullanabiliyorsak dilimizi de aynı rahatlıkla kullanırdık. Dilimiz ev huzuru bulduğumuz yerin adıydı.
Dilimiz evimizdi. Ev ise hayatın merkeziydi. Mahalle gelirdi sonra. Mahalle, evdeki huzuru bulduğumuz bir yerdi aynı zamanda.
Hayatın merkezinde mahalle olunca eş dost, konu komşu, herkes birbirini tanır, insanlar kendilerini bir muhabbetin ortasında bulur ve birbirlerine tebessüm ederdi.
Şimdi tebessüm kayboldu, “Toki” geldi.
Evlerimiz ev olmaktan çıktı; mahallemiz mahalle olmaktan…
Dilimiz dil olmaktan çıktı.
Üzgünüm.
Şimdi mesela Türkçe deyince aklıma insanların 150 (yüz elli) kelime içinde ölüm kalım mücadelesi verdikleri hilkat garibesi bir şey geliyor.
Ernest Gellner gibi bazı Batılı düşünürler dilin ulusal kimlik ve ulusalcılık üzerindeki etkisinden söz ederken, Türkçe meselesinde bu olay, dilin bizatihi -müsadenizle- “ırzına geçilmesine” tekabül ediyor.
Türkçenin de kendi öz kimliğinden uzaklaştırılmasına ve seküler bir dil haline getirilmesine çalışıldı ve bunda da büyük ölçüde “başarı” sağlandı.
Duygularımız, düşüncelerimiz ne idüğü belirsiz kelimelerin ardına “Allah izin verirse”, ya da “inşallah” gibi anlatımlar olmasa içimizde patlamak üzere.
Millet bütünlüğümüzün çatısını oluşturan Türkçe meselesini yazmaya devam edeceğim Allah nasip ederse.