“İsmail, bir çocuk, başından serçe geçen”
Bugün Kurban bayramı! Eskilerin îd-i edhâ, îd-ı kurban dedikleri bayram! Allah’a, Peygamber’e, sevgiliye, anaya, babaya, evlâda, dosta, vatana, millete kurban olunur bizde… Ama kurban olmanın şartı, ‘sevmek’; aşk ile sevmek, tereddütsüz sevmek, sevilene hulûs-ı kalb ile teslim olmaktır!
Kurban’ın gerekçesini biliyorsunuz! Hz. İbrahim yıllarca evlât sahibi olamamıştı, yıllar sonra Allah O’na önce Hz. İsmail’i bahşetti. Yıllarca evlât bekleyen bir baba nasıl severse oğlunu, Hz. İbrahim de öyle sevmişti İsmail’i. Rivayete göre; “Yarabbi! Eğer bana bir oğul verirsen onu senin uğruna kurban edeyim!” diye ahdetmişti... O hâlde kurbanın ilk çıkış gerekçesi bu ‘ahit’tir! Âşığın Mutlak Sevgili’ye verdiği ‘söz’!.. Bir gece, rüyasında kendisine “- Ey İbrahim! Hak Tealâ ile ettiğin and’a vefa göster. Nezrini yerine getir!” denildi. Hz. İbrahim bir âşık-ı sâdıktı, ahdine sadık kalmalıydı. Nitekim kaldı da! (Saffât Sûresi, âyet 105). O hâlde kurban, evvelâ ahde vefânın timsalidir. Ahde vefâ ise, Edirneli Nazmi’nin “N’ola kim cânın eyler ‘âşık-ı sâdık olan kurbân” dediği gibi, aşkın en bariz delili!. İbrahim’in Allah aşkı, evvelâ ahde vefâ ile sınandı. Ama büyük bir sınamaydı bu! Kim oğluyla sınanmak ister?.. Akılla anlaşılması zor bir durumdur bu, müthiş bir sınama! Kurban, o hâlde ‘aşkın sınanması’dır, imanın sınanması…
***
Kurban’da üç taraf var: İlki, yoluna kurban olunan Mutlak Sevgili; Allah!.. İkincisi, dünyadaki en değerli varlığını Sevgili uğruna kurban etmekle sınanan âşık-ı sâdık: Hz. İbrahim. Üçüncüsü, kurban olunan oğul: Hz. İsmail! Dolayısıyla kurban, Mutlak Sevgili olan Allah ile O’na âşık olanlar (Hz. İbrahim ve Hz. İsmail) arasında geçen ve bir ‘bağlanma’, bir teslimiyet’, bir ‘iman’ imtihanını içeren ‘Mutlak Aşk’ vâkıâsıdır!.. Bu ‘Aşk’ta, Sevgili ile âşıklar arasındaki ‘biat’, bize kurbanın gerçek manasını anlatır.
Hz. İbrahim’e oğlunu kurban etmesi buyurulunca hiç kaygılanmaz. Oğlu ile Moriya Dağı’na çıkmaya başlar, dağ titrer de Hz. İbrahim titremez!.. Soren Kierkegaard, bu hadiseyi yorumladığı Korku ve Titreme adlı eserinde Hz. İbrahim’in Moriya Dağı’na çıkış yolculuğunun tam üç buçuk gün sürdüğünü yazar. Bu ‘yolculuk’ ne büyük bir azaptır dünyevî olarak düşündüğümüzde… O yolculuk sırasında hiç tereddüt etmez âşık, hiç sorgu suâl etmez, hiç kaygılanmaz… Önlerine İblis çıkar akıllarını çelmek için oysa. Ne İbrahim’in, ne İsmail’in, ne de Hacer’in aklını çelebilir. Kurban işte böyle bir aşktır, böyle bir ‘bağlanma’!.. Buradan bir sonuç daha çıkarıyoruz kaygı aşkı, imanı ifsat eder… Oğul İsmail’in kurban edileceğini öğrendiğinde söylediği söz işte bunu, âşığın tamamıyla ‘teslimiyet’ini gösterir: “Ey baba! Ne emir buyuruldu ise, işle! İnşallah beni sabredicilerden bulacaksın.” (Saffât, 102)…
Kurbanın bir başka yönüne dikkat! Âşık’ın Sevgili uğruna, en değerli varlığından, oğlundan vazgeçmesi! Eşrefoğlu Rumi’nin dediği üzere, o hâlde kurban da “Cihanı hiçe satmaktır!”, “Kendini ôda atmak!”… Yani kulun her şeyini Allah için karşılıksız vermesi!..
Kurbanın kesilme teşebbüsü esnasında, Hz. İbrahim’le oğlu İsmail arasında yaşananlar ve geçen diyalog da, insanlığın belki de en kederli, en dehşetengiz sahneleridir. Kurban etme ve kurban edilme ânı… Bu ânda insanın yaşadığı ruh hâli!.. Bir yanda büyük keder, varoluş kederi, diğer yanda korku… Ama hem kedere hem kaygıya hem korkuya galip gelen müthiş bir iman!.. Düşünebiliyor musunuz, bir baba, hem de kendi eliyle oğlunun canını alıyor… Kurban edenin acısını, kurban edenin aşkını, imanını anlayabiliyor musunuz! Diğer yanda kurban olunan çocuğun ruh hâlini… Hayatla ölüm arasındaki o derin, acı, izah edilemez çizgi, o çizginin üzerinde kalan insanın ruh hâli, o bıçağın ucundaki ruhun ürpertisi.. Her şeye karşın bıçağın ucundaki İsmail’in ve bıçağı tutan İbrahim’in aşkı galip gelir.. Büyük bir ‘teslimiyet’tir bu!..
***
Hz. İbrahim, kaygıya, tasaya düşseydi de oğlunu kurban etmekten vazgeçseydi ne olurdu? Hem Sevgili’yi kaybederdi hem oğlunu… O hâlde, Kurban öyle bir iman ki, Hz. İbrahim’i hem Allah’a hem de oğluna kavuşturdu. Bu durumda Kurban, aynı zamanda âşık-ı sâdıklara verilen bir ödülü de içerir. Bu, hem dünyevî hem uhrevî bir ödüldür…
Edebiyatımızda kurbanı en iyi anlatan şairlerden biri Sezai Karakoç. “Köpük”teki şu dizeler, Hz. İbrahim’in bıçağı çalışı sırasındaki ruh hâlini, hayatla ölüm arasındaki ince çizgiyi, o andaki karanlığı, titreyişi, belirsizliği, sonra bıçağın ucundaki ‘Mutlak Aşk’ı, yani aydınlığı anlatıyor. Hz. İbrahim’in elindeki bıçak, bıçaktan yansıyan ışık, imanıdır onun. O ışık, o kararlılık ki, karanlığı aydınlığa çevirir.. Ve İsmail, başından serçe geçen çocuk, omzundan arşlar dökülen…Bir ‘masumiyet timsâli’:
***
“Kurban kesilirkenki karanlık
İbrahim’in bıçağındaki karanlık loşluk aydınlık
Keskin ışık
İsmail
İsmail bir çocuk başından serçe geçen
Mavi bir gül nöbeti sertçe geçen
Omzundan arşlar dökülen”
Kendine, kendi durumuna üzülmez de susamış kertenkeleye acır İsmail.. Bu ne büyük bir teslimiyettir!.. Bu müthiş teslimiyeti de “Dördüncü Âyin”de şöyle anlatıyor Karakoç:
“Yürüyen İsmail’i göreceksin babasının yanında
Susamış kertenkeleye acıyan
Kendi alınyazısının ötesinde
Ve İbrahim sırtına bir kuş gibi konmuş gelecek
zaman”
Evet, Kurban bir iman, bir teslimiyet hikâyesidir. Soren Kierkegaard, kurbanda sözü edilen imanın/aşkın korkunç bir paradoks olduğunu ve hiçbir düşünce tarzıyla kavranılamayacağını söyler. “Zira iman, düşüncenin tam bıraktığı yerden başlar.”