İftarlık Gazoz Bir Anadolu Hikâyesi
İftarlık Gazoz, 2016’nın ilk güzel filmi idi. Yönetmen Yüksel Aksu, bundan önceki Dondurmam Gaymak, Entelköy Efeköy’e Karşı filmlerinde iyi bildiği Ege coğrafyasını ele aldı. Ama bu filmlerde ucundan yakaladığı Anadolu hikâyesini bir ‘popülizm’ hevesi gölgeledi hep. İftarlık Gazoz’da bu hikâyeyi fazlalıklardan arındırmış ama henüz her şey yerli yerinde değil!
***
İftarlık Gazoz’da olaylar, 70’lerde bir Ege kasabasında (Ula) geçiyor. İlk sahne: Hapishane. Ölüm orucu tutan bir solcu gencin (Adem) sağlık durumu ağırlaşmıştır. Ve bu sahneden sonra 70’li yıllara, Adem’in bir Anadolu kasabasında yaşadığı çocukluk günlerine dönülür, siyah önlüklü ilkokul günleri… Daha başta gazozcunun çocuğa sunduğu ‘göz hakkı’ gazoz, muhteşem bir merhamet sahnesiydi. Ardından olaylar, bir yaz mevsiminde, Ramazan ayında sürüp gidiyor. Tütün kıran işçiler, mümin, mütevekkil ve fakir bir halk, bu halkın türküleri, oruç, cami, güler yüzlü bir imam, teravih, kamet, camideki çocuklar, teravihle Dünya Kupası maçı arasında kalan müminler, masum kaçamaklar, Cibar Kemal’in merhameti, geleneksel usta-çırak ilişkisi, küçük çocuğun safiyeti, Tanrı’ya verdiği sözü, orucunu tutmak için nefsiyle yaptığı muhteşem mücadele, yerli gazozu ezmeye çalışan buzdolaplı Coca Cola… İşte bütün bunlarla; tarlaları, isli lâmbalı daracık fakir evleri, dar sokakları, iftar topları, neşeyle kılınan teravih namazları, yazlık sinemada çekirdek çitleyerek izlenen Türk filmleriyle Anadolu’nun ruhunu yakalamış, bizim hikâyemizi görmüş Aksu…
***
İftarlık Gazoz işte bu bakımından bir dönüm noktası olabilir Aksu sinemasında. Bu büyük ve sahih hikâyeyi görebilmek önemli elbet. Ancak dikkat etmeli; hayatın tabiî akışına, Anadolu’nun kendi hâlinde akıp giden, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman mistik, kimi zaman gülünç hikâyesine müdahale etmemeli. Diğer filmlerinde de görülen ve asıl hikâyeyi gölgeleyen ‘popüler/siyasal macera’ hevesinden vazgeçmeli. Çünkü çocukla Allah, çocukla oruç, çocukla gazoz, çocukla usta arasındaki o büyük masum hikâye, baştaki hapishane sahnesi, atılan sloganlar ve sondaki silah sesleriyle bir siyasal mesaja bağlanıverdi. Yani sırf sükse ve dramatik gerilim olsun diye iliştirilen o silah sesi ve sloganlar hayatın tabiî akışını bozuyor, o büyük, gerçek hikâyenin önüne geçiyor. Oysa ilk sahnedeki neşeli çocuk çığlıklarında, camideki çocuk gülüşlerinde, tarlalarda ve deniz kenarında söylenen türkülerde, ramazan günlerinde taşra şehirlerinin hâkim tepelerinde patlatılan iftar topundadır bizim sesimiz. Bu sesler yeterdi bir hayatı anlatmaya. Ama sonda patlayan silah, tüm sesleri bastırıyor, hayatın sihrini bozuyor! Aynı sebeple oruçla açlık grevi arasında kurulan ilgi de yapay ve hayata zorla iliştirilmiş bir ek gibi duruyor filmde.
***
Oyunculara gelince… Cem Yılmaz, bilge bir ustayı, yerli kasaba esnafını, bu esnaf tipinin jest ve mimiWklerini –hele camiye girip çıkarkenki yürüyüşüyle- kusursuz canlandırmış. Berat Efe Parlar, oynadığı masum çocuk karakteriyle Dağlarca’nın ‘Çocuk ve Allah’ından düşmüştü sanki. Sezai Karakoç’un ‘Ağustos Böceği Bir Meşaledir’ ve İsmet Özel’in ‘Âmentü’ şiirlerine yapılan göndermeler de filme şiirsel bir derinlik katmış.
Fazlalıklarına rağmen iyi bir filmdi İftarlık Gazoz. Tek kusuru dramatik/siyasal gerilim yaratma hevesiyle hayata müdahale edilmesi. Yıllar önce Nurullah Ataç, ilk kitabı dolayısıyla zarını Turgut Uyar için atmıştı. Yüksel Aksu, fazlalıkları atacak ve sinemamızda Anadolu’nun gerçek hikâyesini anlatacak, ben de zarımı onun için atıyorum!