Dostoyevski sıra dışı hâllerin ve karakterlerin yazarı
Andre Gidé, “Dostoyevski” adlı kitabının başında Nietzsche’nin “Dostoyevski ruhbilim konusunda bana bir şeyler öğretmiş olan tek kişi” cümlesini nakleder. Gerçekten de öyledir, ünlü yazarın eserlerinin en önemli özelliği nev-i şahsına münhasır karakterlerin ruh hâllerini kuvvetle tasvir etmesi ve böylece ölümsüz karakterler canlandırabilmesidir. Bazı eleştirmenler yadırgasa da akıl dışı davranışlar, takıntılar, vazgeçilmez tutkular, kararsızlıklar ve ikilemler roman kişilerinin başlıca özellikleridir.
“Beyaz Geceler” (Çev. Nihal yalaza Taluy, Varlık Yay., 1970) de Dostoyevski’nin özgün eserlerinden biri.
Bazı Rus romanlarında anlatıcının, -ki genelde bu ben-anlatıcıdır- hikâyesine okura seslenerek girmesine bayılıyorum. Meselâ Nikolay Leskov’un “Mühürlü Melek”inde böyledir: Bir gece dışarıda kar, tipi, bir han, sobanın etrafına toplanmış bir sürü insan… Ve bir anlatıcı garip adam başından geçen esrarengiz olayları anlatmaya başlıyor. Hatırladığım kadarıyla Tolstoy’un “Kreutzer Sanatı” da böyleydi. “Beyaz Geceler” de böyledir. Olayları yaşayan bir anlatıcı-ben “Nefis bir geceydi. Tıpkı gençlik devirlerimizdeki gibi bir geceydi aziz okuyucu.” (s. 7) der ve bizi hikâyenin o büyülü dünyasına davet eder. Artık onunla beraber Petersburg’dayızdır, o nefis yaz gecesinde. Sonra adım adım kahramanın iç dünyasına gireriz…
Yalnızlık ve hayalperestlik, “Beyaz Geceler”in kahramanı olan erkeğin ana vasfıdır. İşte yine bir Dostoyevski kahramanı, nev-i şahsına münhasır. Koskoca şehirde kendini yapayalnız hissediyor, konuşacak bir ses, dertlenecek, içini açacak bir dost, bir sevgili arıyor. Ama insan içine girmemiş, kadınlara karşı çekingen, hayatında bir kadın eline dokunmamış, onlarla nasıl konuşulacağını bilmiyor… Diğer vasfı, hayalperest olması, “Ben bir hayalciyim; gerçek hayatı o kadar az yaşıyorum ki…” (s. 15) cümlesi bu özelliğine işaret ediyor. Ve sonra Dostoyevski başlıyor hayalperestleri anlatmaya. İşte bu satırlarda yazarın tanıdık sesini duyuyoruz. Biraz da kendini mi anlatıyor ne?
“Hayalcinin tam bir tanımını yapmak gerekirse; insandan çok, ara kademede bir yaratık, demek yerinde olur. Oturmak için çoğu zaman cehennemin bucağındaki yerleri seçer. Gündüz ışığından kaçmak istiyormuş gibi, oralara sığınır. Bir köşeye yerleşince de, sümüklüböceğin duvara yapışması gibi, ayrılmak bilmez.” (s. 20-21)
Ve rastlantı: Bir kadınla hiç tanışmamış bu delikanlı, bir gece Nastenka adlı kızla karşılaşıverir. Gidé, Dostoyevski’nin romanlarında böyle çabucak, rastlantısal tanışmalara, apansız sevgilere dikkat çeker.
Temas kurulmuştur. Nastenka da nev-i şahsına münhasır bir Dostoyevski kahramanı. O da yalnız, ninesiyle yaşıyor, onun da “ne iki çift söz edecek, ne de akıl danışacak” (s. 16) kimsesi var. Gözleri görmeyen ninesi kızı kontrol etmek için eteğine bir iğne ile bağlamış. Kanaatimce “eteğe iğneyle bağlamak”ın sembolik bir anlamı var, ferdi kontrol eden büyük otoriteyi ifade ediyor. Ve kız -tıpkı “Pastoral Senfoni’deki rahip gibi- kendisine dünyanın kapısını açan kiracı delikanlıya tutuluverir. Kapalı bir dünyada yaşamak, insanı ilk gördüğüne âşık mı ediyor acaba? Sanırım. Delikanlı bunu itiraf ediyor. Diyor ki “Sizi bulunca başımdaki binlerce kapak açıldı. Zaten ne zamandır birisini arıyordum.” (s. 22)
Sonra ikilem… Delikanlı, kadına âşık olmuştur, ama başkasını sevdiğini bilir, onun mutlu olması için rakip erkeğe kavuşmasına dahi yardımcı olur. Genç kız da öyle! Başkasını sever, ama anlatıcı-kahraman öyle dürüst, öyle masumdur ki, ondan da vazgeçemez. Dostoyevski’nin kahramanlarının çoğunda görülen bu ‘arada kalma’ hâli, “Beyaz Geceler”in de ana temlerinden biridir.
Dostoyevski bu! Sıra dışı ruh hâllerinin, sıra dışı karakterlerin yazarı!..