Yargıdaki yanlış hesap
Osman Kavala davası AİHM’den döndü. Bekleniyor muydu, evet bekleniyordu. 771 gün olmuş tutukluluğu. Anayasa Mahkemesi vs. kademeleri geçildi, muhalefet şerhleri dikkate alınmadı, hukuksuzluk görülmedi, nihayet AİHM’in önüne geldi. ‘Tutukluluğa itiraz’ ve Türkiye’yi temsil eden yargıç (iki maddedeki muhalefet dışında) dahil oy birliği ile Osman Kavala’nın uzun tutukluluğu haksız bulundu. Karar hangi safhalardan geçmiş olursa olsun nihayetinde “Türkiye haksız bulundu.”
AİHM kararı özetle diyor ki:
- Osman Kavala’nın özgürlük ve güvenlik hakkı ihlal edildi.
- Tutukluluk süresi haksız biçimde uzatıldı. İddianame geç açıklandı (Tutuklamadan 16 ay sonra), yargılama tutuklamadan 1 yıl 7 ay sonra başlayabildi.
- Hak ve özgürlükler ölçüsüz biçimde kısıtlandı.
- 637 sayfalık iddianamede Kavala’nın gezi olaylarında şiddete başvurduğu, 15 Temmuz’la alakalı olduğu hakkında somut olgular gösterilmedi.
- Kararda siyasi iradenin etkisi oldu. Mahkeme bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması ile iddianamedeki ifadeler arasındaki paralelliğe işaret ediyor. Şöyle ki:
“Başvurucu hakkındaki hukuki suçlamaların, Cumhurbaşkanı’nın Kasım ve Aralık 2018 tarihlerinde başvurucunun adını vererek yaptığı iki konuşmadan sonra yapıldığını da önemle not etmek gerekir. Mahkeme’nin görüşüne göre, kamuya açık bu iki konuşmada başvurucu aleyhine yapılan açık suçlamalarla, konuşmalardan üç ay sonra iddianamedeki suçlamaların ifade ediliş şekli arasındaki benzerlik not edilmelidir.”
***
AİHM Kararı ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin, tüm bu süreçte gerekli müdahaleyi yapamamış olmasını da not ediyor.
Osman Kavala davası tipik bir dava. AİHM’in kararı sadece “uzun tutukluluk” sorununu gündeme getirmiyor, doğrudan davanın özüne ilişkin boşaltmalarda bulunuyor.
Şimdi ne olacak?
AİHM’in kararı bağlayıcı. Anayasa açısından da üst hukuk normu olarak görülüyor. Aslında Türkiye’de hukuk problemi meydana geldiğinde insanlar, bu sorunun nihai planda AİHM’de çözüleceği gibi bir beklenti içine giriyorlar.
Geçmişte muhafazakâr camia olarak bizler de başörtüsü ve parti kapatma davalarında AİHM’in kapısını çaldık. “Yerli ve milli yargı” deyip, iç hukuk süreci ile yetinmedik. Çünkü yıllar içindeki tecrübelerimizle yerli ve milli klişesi vurularak haksızlık yapılabildiği gibi bir kanaatimiz oluşmuştu. Sonra Ak Parti döneminin problemli yargı süreçleri devreye girdi. Yargı başka dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de siyasi iklimden etkilenmekteydi. Mağdurlar oluşmaktaydı. Ergenekon davaları ile ilgili sorunlar, sonra FETÖ yargısının bizzat iktidarı vurmaya başlaması, bu arada Kürt siyasetine yönelik uygulamalar ve nihayet FETÖ davalarının 15 Temmuz ikliminde kitlesel yaptırımlara dönüşmesi…
Siyasetçilerimiz yargılıyor. Medyamız yargılıyor. Sokak yargılıyor. Yargıya güven yüzde 30’larda. Bu durumda herkes kendisini yargı yerine koyup, idamdan ağırlaştırılmış müebbete kadar cezalar kesebiliyor. TV programları kendini savunma imkânı olmayan insanların ipe çekildiği halk mahkemelerine dönüşüyor. Buna da Mao’nun sahte propaganda repliklerinden yola çıkarak “Yargının altın yılı” tanımlaması yapılabiliyor. Adalet Bakanı çırpınıyor işleri düzeltmek için, ama yargısız infaz timleri ekranlarda giyotin işletmekten usanmıyor.
Şimdi ne olacak?
İşte geldik sürecin sonuna. Osman Kavala’yı ne yapacağız? AYM’nin “tutukluluk haksız değil” diyen üyeleri ne yapacak? Bunca zamandır onu içerde tutan yargıçlar ne yapacak?
Ve tabii, başka Osman Kavala’lar için nasıl bir süreç işleyecek?
Bu işlerin sonunda ülkeye yönelik tazminat cezalarına dönüşmesi kaçınılmaz. Bu tazminatları da savcılar, yargıçlar ve onları etkileyen siyasiler ödemiyor, yargının günahının bedelini vatandaşlar olarak biz ödüyoruz.
KHK’lılar vardı hani, bir. “Facia”yı tartışmıştık. O facia orada duruyor henüz. Şunu düşünüyorum: Bence AİHM’in kapısına gitmesi gereken binlerce dava var. Bu davalar da önce muhtemelen AYM’ye gidecek. Osman Kavala davasında hukuku ıskalayan irade, diğer davalarda ne yapacak?
Bir de AİHM, huzuruna gelen davalarda Osman Kavala konusunda olduğu gibi gerekli duyarlılığı gösterebilecek mi?
Şunu da not etmeliyim: AİHM’de Türkiye’yi temsil eden yargıç Saadet Yüksel, hatırlanırsa, uzun arayışlardan sonra oraya gelebildi. AİHM ondan önce birkaç adayı veto etti. Orada hukuk söz konusu olduğunda ülkenizin siyasetinden farklı tavır alabilmeniz gerekiyor. Aslında ülke içinde de yargıçların, siyasi iklimden bağımsız karar alabilmesi öngörülür. Ama ülke içinde biz, siyaset-hukuk harmanlanması konusunu neredeyse içselleştirmiş bulunuyoruz. AİHM’de Saadet Yüksel, birçok maddede oy birliğine katkı sundu. Bakalım onun içerdeki yansıması ne olacak?