Sehven mi otomatiğe bağlandığı için mi?
“Sehven” bugünlerde bir yargı uygulaması çerçevesinde gündeme geliyor. Osman Kavala davasında.
Olay şu: Kavala malum, dün baktım, 1080 gün olmuş hala tutuklu, bu kadar uzun tutukluluk da tazminat gerektirdiği için suçları yenilemek ve yeni suçlardan tutukluluk kararı vermek gerekiyor, bu sebeple Kavala bir suçtan beraat ediyor, hemen başka suçtan dava açılıyor ve tutukluluğunun devamına karar veriliyor. Son olayda da İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesinde yeni bir suçtan iddianame hazırlanmış, iddianame kabul edilmiş ve Kavalanın tutukluluğunun devamına karar verilmiş.
Karar verilmiş ama, sonra bir de bakılmış ki, Kavalaya aslında 20 Mart 2020’de tahliye edildiği bir suçlama yüzünden tutuklama kararı verilmiş.
İşte “Sehven” burada devreye giriyor ve Mahkeme bu tutuklamanın eski karar unutularak yani “Sehven” verildiğini açıklıyor.
Nasıl, inandırıcı bir açıklama mı bu?
Öncelikle Mahkemenin “sehven” tutuklama kararı verebilme gibi bir lüksü var mı, diye sorulabilir.
Avukatlar her tutuklu için zaman zaman tahliye talebinde bulunurlar ve mahkemenin tutukluluğa gerekçe olan hususları tek tek incelemesi ve devamına karar verecekse elinde sağlam gerekçeler olması gerekir. Tutukluluğun bir “cezaya dönüşmemesi” gerekir. Tutukluluğun “otomatikleşmemesi” gerekir.
Türkiyenin “Uzun tutukluluk” diye bir sorunu var. Cezalandırılıyor bu yüzden AYM’de ve AİHM’de.
Özellikle de Osman Kavala davası bu sebeple eleştiriliyor. 1080 gündür tutuklu adam, ne mahkum edebiliyorsunuz, ne serbest bırakıyorsunuz. Açılan davalar düşüyor, yeni davalar geliyor.
İş o hale gelmiş ki, “sehven”ler devreye girmeye başlamış. Ne yaptınız, bu adamın tutukluluğunun devamına karar verirken bütün hukuki durumunu incelediniz mi, nasıl sehven tutukluluk kararı verdiniz? Ya da soralım, Türkiye’de başka böyle “sehven” verilmiş kararlarla ne kadar insan özgürlüğünden mahrum kalıyor?
Ne diyordu Adalet Bakanı Gül: Yargı “pardon” dememeli.
Bir şey daha söylemeli şimdi sayın Bakan: Yargı “sehven” dememeli. Çünkü farkında mısınız bilmem ama bedeli insan ödüyor, insan!
KARABAĞ'DA NE OLDU?
Nasıl da heyecanlıydı herkes. Azerbaycan, Türkiye nasıl da heyecanlıydı. Medya nasıl da heyecanlıydı.
Bodoslama gidiyordu Azerbaycan ordusu.
30 yıldır işgal altındaki vatan toprağı, Karabağ, Ermenistan işgalinden kurtulacaktı. İHA’larımız, SİHA’larımız Azerbaycan ordusunun elinde fırtına gibi esiyor, Ermenistan tanklarını kuş gibi avlıyordu.
Türkiye’de de Suriye’den sonra, Libya’dan sonra, Doğu Akdeniz’den sonra yepyeni bir hamlenin heyecanı yaşanıyordu. Azeraycan’da Türkiye fiilen savaşın içinde değildi ama, olay Türkiyesiz de değildi.
Bir yerlerden “Ateşkes” çağrıları geliyordu. Bunlar beklenirdi. Ermenistan, sırtı sıvazlanan bir ülkeydi. Bir Azeri toprağının işgaline 30 yıldır göz yumanlar, gelişen bir kurtuluş hamlesi karşısında hemen harekete geçerlerdi. Washington tedirgindi, AB tedirgindi, Moskova tedirgindi. Kimse Ermenistan işgal ettiği yerlerden çekilsin, bu savaş sona ersin” demiyor, “Çatışma dursun” diyordu. Bu resmen “Karabağ kurtulmasın, Ermeni işgali 30 yıl daha sürsün, olay kemikleşsin” demekti. Bunu Ankara’da da, Bakü’de de herkes biliyordu.
Sonra ne oldu?
Moskova, Putin, Lavrov devreye girdi, Aliyev ve Paşinyan’ı Moskova’ya çağırdı, bir masa etrafında oturuldu, ateşkes imzalandı.
Türkiye masada yok.
Türkiye’ye sadece buruk bir duygu ve şaşkınlık kaldı.
Aliyev, olayı hazmetmiş gözüküyor. Karabağ işgalinin çözümü hangi bahara kaldı acaba? MİNSK grubunun dostlar iş başında görsün savsaklamasını herkes biliyor ve “Karabağ bu defa çözülmeli, günü geldi” deniyordu. Şimdi yeniden MİNSK grubunun insafına mı terkedildi Karabağ, ya da Moskova’nın inisiyatifine?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Putin’le görüştü, ne dedi acaba ona, Putin ne dedi cevaben? Belli ki ülkeler – liderler arasında “dostluk” bir yere kadar.
Erdoğan ile Aliyev ne konuştular acaba?
Medyadaki iktidar dili “Rusya yaptı yapacağını” söylemiyle sadece bir durum tespiti yapmakla yetiniyor. Böyle bir Rus hamlesi beklenmiyor muydu, bunun karşısında ne yapılacağı önceden tasarlanmamış mıydı? Bunları soran yok.
Karabağ meselesi masaya yatırıldığında nasıl bir dış politika analizi yapılıyor, doğrusu merak ediyorum.