Şapka mı çıkaracağız yoksa...
Var ya…
Şayet 6 lider, başından beri toplumun önüne koyacağı, üstelik mutlaka kabul göreceğine inandığı “yıldız” bir isimde ve gerçekten yıpranmasın diye onu sonuna kadar gizli tutmakta anlaştıysa, o yüzden de ısrarla “Ortak adayımız Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı olacak” diyorsa…
Var ya…
Şayet son zamanlarda 6’lı Masa’nın Cumhurbaşkanı adaylığı için nerede ise tek aday haline gelen sayın Kılıçdaroğlu başından beri içinde farklı bir adayı saklıyor, onu tartıştırmamak için kendisini bir anlamda “Tavşan aday” rolüne soyundurup iktidar çevrelerini meşgul ediyor, iş karar anına geldiğinde de çıkıp 6’lı Masa’nın da gönülden onaylayacağı bir adayın ismini masaya koyacaksa…
Şu her iki ihtimal Türkiye siyaseti açısından şapka çıkarılacak sürprizler olmaz mı?
Böyle bir noktada tabii ki ilk akla gelecek soru “Peki bu ihtimallerin ciddiyeti var mı?” şeklinde olacaktır.
6 liderden her biri bütün ortamlarda “Aramızda hiç konuşmadık” demiş. Partilerinde konuşulmayı yasaklamış.
Öte yandan isimler üzerinde totolar oynanmış. İsimler gelmiş, gitmiş, kamuoyunda tartışılmış, “o olur o olmaz” denmiş, sonunda nerede ise Kılıçdaroğlu tek aday haline gelmiş… Partilileri “Son karar 6’lı Masa’dan çıkacak” notunu düşseler de, onun isminden başkasını nerede ise alternatifler arasında zikretmemeye başlamış…
Şu anda 6’lı Masa Kılıçdaroğlu’ndan başka birisini aday ilan ederse bu herhalde herkes için sürpriz olacaktır.
Ancak…
Bir yandan da “Seçimi kazanacak isim”den söz ediyor tüm 6’lı Masa dünyası. Zaten o başta naklettiğimiz “Adayımız 13’üncü Cumhurbaşkanı olacak” cümlesi de kazanmak için yola çıkıldığının işareti. Hoş, kaybetmek için yola çıkılmaz ki zaten.
Herkes “kazanacak aday” notunun sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı söz konusu olduğunda ortaya çıktığını biliyor.
Kaldı ki bizzat sayın Kılıçdaroğlu’nun da “Kazanacak aday” arayışında olması eşyanın tabiatı gereği. Yani 6’lı Masa’nın oluşumuna onca emek vermiş, belki bu işe taaa İyi Parti’nin Meclis’e girebilme operasyonunda başlamış, sonra “Helalleşme” gibi kendi partisinde bile önemli bir “zihniyet devrimi”nin kapılarını zorlamış, çok farklı damarlardan gelen 6 partiyi bir arada tutmanın Türkiye için önemini bilen, farklı damarlardan insanların nasıl bir adayda ortaklaşabileceğine mutlaka kafa yormuş… Bunun yanında, en azından muhafazakar toplum alanlarında Tayyip Erdoğan gibi bir “Siyaset ustası”yla boğuşacağının farkında…. Böyle bir Kılıçdaroğlu, kendi adaylığının risklerini de bilmez mi? Ya da adaylık için her riskli ihtimali aşacak formüller geliştirmesi gerektiğini düşünmez mi?
Bana göre bunu Kılıçdaroğlu da düşünür, diğer liderler de böylesine bir “Kader birliği” zemininde bunu dikkate alır.
Son zamanlardaki ölçümlerde, kolayca “seçim yatırımı” diye yorumlanacak hamlelerle, Erdoğan’ın oylarının yükseldiği bilgileri dolaşıyor. Çıkarcılık, şu bu, nasıl suçlanırsa suçlansın, “Vatandaş bunları satın alır” görüşü her çevreye hakim. “Çünkü, deniyor, insanlar boğuluyor ve ip nereden uzatılırsa uzatılsın ona tutunuyor.”
Hoş, bu yorumlara ve tabanlardan gelen “Aday ilanı için daha ne bekliyorsunuz?” isyanına rağmen liderlerde bir panik gözlenmiyor.
İşte onun için “Var ya…” diye cümleler kurdum başında.
“O ihtimaller herkese şapka çıkartır”, dediğim gibi, ama aksi, yani “geldik geldik sonunda göç yolda düzüldü ve başka adayların tamamı elendiği için akışın sonunda sayın Kılıçdaroğlu tek aday halinde Masa’dan çıktı!” durumu olursa….
Ben bu iş öyle olmaz, diyorum. Kılıçdaroğlu böyle planlamamıştır, diyorum. 6’lı Masa’nın özgüveni böyle bir akışın içinden çıkmaz, diyorum. Belki de yanılıyorumdur.
ÜÇ KADIN
-Fehmi Koru dünkü yazısında genişçe anlatmış. Güldal Mumcu eşi Uğur Mumcu’nun katillerini arıyor. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar’a çıkıyor. “Önümüze duvarlar örülüyor” diyor. Ağar onu “Evet duvarlar var” diye onaylıyor. Güldal Hanım “O zaman bir tuğla çekin, duvar yıkılsın” diyor. Ağar “Yapamam” diye cevaplıyor.
O “duvar” o zamandan beri konuşulup duruyor. Duvar ne, neden yıkılır, neden yıkılmasına izin verilmez vs…
-Sokakta güpegündüz katledilen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş, devlete cinayeti aydınlatma çağrısında bulunurken, “Adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun” dedi. Bir yaralı eşin kalbinde bu işin aydınlatılmasının kıyametle bir ilgisi mi var, ne dersiniz? Ya da o da “Duvar”a mı işaret ediyor?
-Alpaslan Türkeş’in eşi Seval Türkeş, Cumhuriyet yazarı Barış Pehlivan’a konuşmuş; Sinan Ateş cinayeti ile ilgili şunları söylemiş: “MHP’nin böyle bir cinayetle zikredilmesi bile Türkeş’in kemiklerini sızlatır. Bu cinayetin aydınlanmasının Türk siyasetinde de bir aydınlanma yaratacağı kanaatindeyim. Bugünkü MHP, Alparslan Türkeş Bey’in MHP’sinin amaçlarının tersine hareket ediyor uzun bir süredir. Benim gördüğüm, burada bambaşka bir yapı meydana gelmiş. Onun için ben basit bir cinayet olmadığını ve mesaj verildiğini düşünüyorum.”
Ne dersiniz bazı işlere “kadın hassasiyeti” ile mi baksa Türkiye?