Yazarımız D. Mehmet Doğan, uzun süredir üzerinde çalıştığı ‘Türkçenin Cenaze Töreni: 1. Türk Dil Kurultayı’ kitabını okuyucuyla buluşturdu. ‘Dil devrimi’nin bayram ilan edilmesine karşı çıkan Doğan “Türkçenin devrime değil rönesansa ihtiyacı var” diyor.
SALİHA SULTAN / KARAR
‘Türkçenin Cenaze Töreni: 1. Dil Kurultayı’ kitabında 1932 tarihli ‘dil devrimi’ne karşı çıkan ve okurlarını Türkçeye sahip çıkmaya davet eden KARAR yazarı D. Mehmet Doğan: “Türkçenin devrime değil rönesansa ihtiyacı var. Dil tabiî yatağına döndürülmeli, köklü Türkçenin hakkı verilmeli. Cumhuriyetten beş on yıl önce doğmuş, Sabahattin Ali gibi 20’nci yüzyılımızın önemli şair ve yazarlarının kitaplarının sadeleştirilmesinde bir acayiplik yok mu? Dil devrimi kültürel bir felaket…”
Yazar D. Mehmet Doğan’ın uzun süredir üzerinde çalıştığı ‘Türkçenin Cenaze Töreni: 1. Türk Dil Kurultayı’ kitabı Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı çatısı altındaki Yazar Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturuldu. Kitaba adını veren kurultayın açılış gününün Türk Dil Kurumu tarafından bayram ilan edilmesine ve 88 yıldır devlet tarafından resmen kutlanmasına karşı çıkan Doğan’ın ‘Dil devrimi ile köklü ve zengin Türkçe tahrib edilmiş ve fakat yerine aynı güçte bir dil varlığının konulması mümkün olmamıştır’ görüşünden hareketle yola çıkan çalışması günümüzde Türkçeyle ilgili çalışmalar yapanlar, Türkçenin bugününü ve uzak geçmişini merak edenler için oldukça kıymetli bir eser. Meseleyi ‘Osmanlıcanın Türkçesi’, ‘ Türkçenin Cenaze Töreni: 1. Türk Dil Kurultayı’ ve ‘Türkçe Bitti Dilimiz Türksel’ başlıklı üç bölümde derinlikli yazılarıyla ele alan yazarla KARAR okuyucuları için konuştum.
Hocam, kitabınıza adını veren 1. Türk Dil Kurultayı’nın amacı neydi? Kurultayın yapıldığı o günlerin, 1930’ların Türkçesinin bir dil devrimine ihtiyacı var mıydı sahiden?
Görünür veya ilan edilen amacı ‘Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan’ kurtarıp özleştirmekti. Bu kurultay boyunca her fırsatta ifade edilmiş. İddia şu: Türkçeye Osmanlılar çok zarar verdi, dilimiz bilhassa padişahlar tarafından Arapça ve Farsçanın boyunduruğuna sokuldu…
Peki bu iddiaların bir gerçekliği var mı?
Osmanlı Devleti’nin başlangıcından itibaren Türkçe bütün bu alanlarda kullanılan bir dil. Ortaya konulan eserler kütüphanelerde, devletin arşivi korunmuş. Osmanlı dönemine ait güzel Türkçe kitaplarda ve arşiv belgelerinde görülüyor. Medrese öğretiminin Arapça olduğunu biliyoruz. Fakat Arapça öğretim Türkçe konuşan-yazan hocalar tarafından yapılıyor. Bunların hem edebiyat sahasında hem fikir ve ilim sahasında Türkçe eserler verdiğini de biliyoruz. Edebiyat dili olarak Selçuklu geleneğinin bir devamı mahiyetinde Farsça etkilidir. Türkçe bu dillerle birlikte bütün alanlarda kullanılmakta. Osmanlı devşirme sistemi, Müslüman olmayan azınlıklardan küçük yaşta alınan çocukların ‘Türk üzeri verilerek’, yani Türk aileler yanında yerleştirilerek Türkçe öğretmek ve Müslüman yaşayışını benimsetmek üzerine kurulmuş. Osmanlı yöneticileri de hangi etnik gruptan gelirse gelsin, Türkçe bilir ve konuşur, yazışmalar Türkçe yapılır. Türkçenin yüz yıllar içinde değişik görünüşler aldığı görülüyor. Zaman zaman Arapça ve Farsça kelimelerin yoğunlaştığı, bilhassa devlet yazışmalarının külfetli bir hale geldiği görülmektedir. Peki bu bir devlet siyaseti mi? Osmanlının dile müdahale için bir kurumu var mı? Cevap, Bir Osmanlı dil kurumu yoktur! Ne Osmanlı idarecileri ne de padişahlar Türkçeye yabancı dillerden kelime girişine yönelik bir siyaset takip etmemişlerdir. Aksine Osmanlı padişahlarının Türkçe kullanmayı teşvik ettiklerine dair hayli bilgiye sahibiz…
Bugüne gelirsek, sizce günümüz Türkçesinin bir ‘devrime’ ihtiyacı var mı?
Dil devrimi dün gerekli değildi, bugün de gereksiz. Dillerin tabiî şekilde gelişmesi ve değişmesi esastır. Dil devriminin önde gelen uygulayıcılarının hiçbiri gerçek anlamda dilci değildi, Türkçeyle hissi bir bağları da yoktu. Elbette, dili mükemmelleştirmek için ıslah çalışmaları yapılabilir. Bugün Türkçenin devrime değil, bir rönesansa, yeniden doğuşa ihtiyacı vardır. Dilin tabiî yatağına döndürülmesi, köklü Türkçenin hakkının verilmesi gerekiyor. Cumhuriyetten beş on yıl önce doğmuş, fakat eserlerini cumhuriyet döneminde vermiş 20’nci yüzyılımızın önemli şair ve yazarlarının kitapları bugünün okuyucusu için sadeleştiriliyorsa, bunda bir acayiplik yok mu? Mesela, Cumhuriyet dönemi yazarı Sabahaddin Ali’nin eserlerinin sadeleştirilmesi nasıl bir mantıkla açıklanabilir? Dil devrimi, kültürel bir felaket.
GEÇMİŞTEKİ MUAZZAM EDEBİYATIMIZ BUGÜN YİTİĞİMİZ OLDU
Kitabınızın adı ‘Türkçenin Cenaze Töreni’. Ömrünü ana diline adamış, Doğan Büyük Türkçe Sözlük gibi bir külliyatı Türkçeye armağan etmiş bir münevver olarak, sizce bu cenaze nasıl diriltilir? Ülkemiz kurumlarında böyle bir arzu, gayret görüyor musunuz ya da…
Kurultay, Osmanlının en muhteşem sarayının en büyük ve görkemli salonunda, Muayede salonunda yapılmış. Muayede bayramlaşma demek. Bu kadar muazzam bir cenaze için ancak böyle bir yerde tören yapılabilirdi… Son hamle, son Osmanlı neslinin edebiyatını okunmaz hale getirerek bitirmekti… Bugünün nesilleri için bu büyük şairler, yazarlar okunamaz, anlaşılamaz hale getirilmiştir. Buna bakarak diyebiliriz ki, dil devrimi amacına ulaşmıştır. Son Osmanlı neslinin güçlü dili, muazzam edebiyatı bizim yitiğimiz haline getirilmiş. Bu yitik, bizim gerçek dil mirasımızdır. Bu mirası reddetmek yerine, benimsemek, o miras üzerinde edebî, fikrî ve ilmî faaliyetlerimizi sürdürmek zorundayız. Dildeki kopukluğu ortadan kaldıracak güçlü hamlelere ihtiyacımız var.
Okurlar kitapta dilimizin tarihine ve tarih içinde yaşadığı değişimlere yönelik derinlikli yazılarınızdan çok şey öğrenecek mutlaka… Lâkin size göre ‘dil devriminin’ en büyük zararı ne olmuştur diye sorsam?
‘Dil devrimi’ güya Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için yapıldı. Aradan geçen 88 sene bize gösteriyor ki, asıl bugün Türkçe yabancı dillerin boyunduruğu altına sokulmuştur. Çıkın sokaklara bakın, kendini aydın sananların konuşmalarını dinleyin, akademi dünyasındaki tez başlıklarına okuyun…
Birçok eser kaleme alan yazar Doğan’ın, ilki 1981’de yayınlanan ve yıllar içinde sürekli genişlettiği ‘Doğan Büyük Türkçe Sözlük’ çalışması Türkçenin günümüzdeki en nitelikli sözlükleri arasında görülüyor.
DİLDEN KELİME ATMAK İŞ DEĞİL…
Entelektüel çevrelerde Türkçede Farsçadan, Arapçadan çok fazla kelime bulunması nedeniyle, özünde ‘yetersiz bir dil’ olduğu hükmünü verenler var. Bu ‘yabancı’ kelimeleri Türkçeden atmalı mıyız?
Türk tarihinin seyri ile dilimizin seyri dikkatle gözlenirse, dilimizin Arapça ve Farsça ile ilişkilerinin mahiyeti daha iyi anlaşılır. Batı dillerini bilenler, bu dillerde Latincenin oynadığı rolü, dilimizde Arapçanın oynadığını fark edebilirler. Bugün batı dillerinde istisnasız, yüzde otuzun üzerinde Latince, Yunanca kökenli kelime var. Hatta bugün de herhangi bir batı ülkesinde yeni bir icat yapıldığında, yeni bir kavram ortaya atıldığında yapılan iş, Latince köklerden yeni bir kelime türetmek... Hemen bu kelime bütün batı dillerinin kelimesi olur. Şu sıralar ne yazık ki bizim de kelimemiz olmaktadır… Demek ki, dilden kelime atmakla bu iş olmuyor. Boşluk bir şekilde dolduruluyor. Evet tarihî Türkçe zengin bir dildi, fakat tarihsiz Türkçe fakirin fakiri bir dil..