Aziz Devrimci ilk romanı ‘Nusaybin Kronikleri’nde memleketini anlatıyor. Babasının açtığı Nezirhan Oteli’ni işletmek için yola çıkan Devrimci, Nusaybin’in çeşitli kültürlerin birleştiği bir merkez olduğunu belirterek “Doğu’da geçmiş yüzyıl sanki dündür. Atalarınızın dünden günümüze taşıdığı hikâyeleri dinleyerek büyürsünüz” diyor.
MELEK GEDİK / İSTANBUL
Mardin Nusaybin’de doğan ve ömrünün büyük bir bölümü burada geçiren Aziz Devrimci, Everest Yayınları’ndan çıkan ilk romanı ‘Nusaybin Kronikleri’nde, pek çok kültürün bir araya geldiği ‘memleketi’ni anlatıyor. Nusaybin’in bir Güneydoğu Anadolu kasabası olduğunu vurgulayan Devrimci, romanda babası Nezir Devrimci’nin kurduğu ‘Nezirhan Oteli’nin başlattığı umudu, o umudun zamanla nasıl yeşerdiği ve solduğunun öyküsünü edebiyatseverlere aktarıyor. Devrimci ile romanını konuştuk.
* ‘Nusaybin Kronikleri’ ilk romanınız. İsmiyle bile hemen merak uyandırıyor. Yazma fikri nasıl oluştu?
Olaylar başladığında, başka bir proje üzerinde çalışıyordum aslında. Sokağa çıkamıyordum bu da bana sıkıntı veriyordu haliyle. Arada bir telefonda görüştüğüm Adnan Özer’le de paylaşıyordum yaşananları. Girdi kafama ‘Çok iyi anlatıyorsun, etkilendim’ dedi, ardından ‘Elindeki işi bırak, ‘Nusaybin Kronikleri’ni yazmaya başla’ dediğinde ilk defa duymuştum kitabın adını. Belli ki editör bakışı ile değerlendirmişti anlattıklarımı Özer. Kitabın hem fikir hem de isim babası olmuştu bir anda.
* Nusaybin’i romanda şöyle tanımlıyorsunuz: “Mücadelesi, insan olan herkesin hak ettiği kadar basit bir Anadolu kasabası olmaktı. Bir Anadolu kasabası olarak bilinirdi ve her türlü düzeni ona göre kurulmuştu, ancak bir detay gözden kaçıyordu. Nusaybin, hem ülkenin hem de yaşamın sınırında bir Güneydoğu Anadolu kasabasıydı.” Bu şekilde tarif ettiğiniz Nusaybin, yazarlık kimliğinizi nasıl şekillendirdi?
Sınırda bir şehrin iki kültürü olur mutlaka, içinde bulunduğu ülke ile komşu olduğu ülkenin kültürlerini paylaşır. Nusaybin’de bundan öte çeşitli kültürlerin birbirinden etkilenerek oluşturduğu bir multi-kültür mevcuttur. Sürekli geçmişle yaşarsınız, zira güncel hayatınız hep geçmişle bağlanır. Ücrada zaman ağır ilerler aslında, çünkü değişen pek bir şey yoktur şehrinizde. Geçmiş yüzyıl, dündü sanki anlatılırken. Atalarınızın dünden günümüze taşıdığı hikâyeleri dinleyerek büyürsünüz. Görmediğiniz geçmişi hayal etmeyi öğrenirsiniz tariflerden, keza geleceği de. Süryani hayalini taşa işlerken, Kürt türküsünü söyler hikâyeniz. Ezidi için ritüeldir güneşin doğuşu ve batışı, Arap harmandayken, Yahudi satar buğdayı. Tüm bunlar etkendir bir şehrin edebi olmasında... Nusaybin edebi bir şehirdir, etkilenmemek mümkün değildir.
* Roman aslında sizin de hikâyeniz. Özel hayatınız üzerinden kurduğunuz bir metni bitirmek neler hissettirdi?
‘Özel hayat’ deyimi hep garip gelmiştir. Üniversite yıllarında duymuştum bu kavramı ve anlayamamıştım açıkçası. Bizde olmazdı böyle şeyler, gizleyemezsiniz mutlaka duyulur çünkü. Kendiniz anlatmazsanız, gerçeğiniz kuyruklanır da kuyruklanır. O yüzden siz ilk ağızdan anlatmalısınız yoksa söylentiler sizi sıkar. Yanlış bir şey yapmadığım için rahatladım tabii, içimi dökmüştüm.
* Nusaybin’in mahrumiyet bölgesinden özel güvenlik bölgesine dönüşmesini adım adım yazmışsınız. Hatta Nusaybin’in Suriye’deki iç savaşla birlikte devam eden ‘kimsesiz’ halini de çarpıcı örneklerle anlatıyorsunuz. Bu şartlar altında yaşamak ve sonra kaleme almak zor olmadı mı?
Dramatik yapısı ağır bir atmosferde yaşıyorsunuz. Psikolojinizi dizginleme konusunda zorlanıyorsunuz. Eliniz kolunuz bağlı olsa da her şeye rağmen yaşamak zorundasınız. Bir tür mücadele yöntemi oldu benim için, hatta tetikledi diyebilirim. Sıkılıyorsunuz ‘Yeter artık’ diyecek birilerini arıyor ama bulamıyorsunuz ve bunu kağıda döküyorsunuz.
* “Şanslı olmak, bu coğrafyada yaşayanların hayatta kalmak olarak algıladığı mucizevi durumlar için kullanılan bir deyimdi.” Bahsettiğiniz coğrafyayı yazarken tarafsız olmak, sağduyuyu korumak gibi çabalarınız oldu mu?
Özel bir çaba harcamadım. Olaylara bakarken adil bakmak yeterli. İnsani tarafta oldum hep. Bende bu topraklarda yaşıyorum, olan bitenin doğrudan etkilerini üzerimde ve yakın uzak çevremde görüyorum. Bunu bir kalıba sokmak ya da tarafgir tutum içinde saf tutmak doğru değil. Yanlışları ve doğruları görebilmek adına önce insani bakış gerekiyor.
* Doğu’nun en ücra köşesinden ‘Batı’ya’ seslenmişsiniz. En azından bir okuyucu olarak ben böyle hissettim. Siz ne dersiniz?
Hislerinizde yanılmıyorsunuz, doğrusu da bu zaten. Doğu dendiğinde akla gelen sürgün yeri algısı var ne yazık ki, geri kalmışlık ve mahrumiyet var. Ekonomik ve sosyal yatırımların yapılmadığı, eğitimin gevşek olduğu, insanların okumamış olmasından kaynaklanan bilinç eksiği ile çağın gerisinde kalmaları durumları var. Doğu’ya atanan devlet memurunun kendini sürülmüş hissetme psikolojisi ya da zorunlu hizmetle atanan doktor, polis vs.’nin zamanı kısaltmak adına attıkları adımlar (rapor vb)... Devleti temsilen gelen memurların kalıcı ve yaratıcı düşünmeden aldığı kararların sağlıklı olması beklenebilir mi? Maalesef, Batı doğuyu sevmiyor, oysa ‘güneş Doğu’dan’ yükselir!
BAHARATLI DUYGULARI SEVİYORUM
* Yazarlık maceranıza bir romanla başladınız. Neden roman türünü tercih ettiniz? Roman yazmanın avantajları ya da dezavantajları neler?
Yazarken aklımda roman yoktu, hatta roman olmaması için yazdığım birçok detayı yeniden gözden geçirerek elemeye çalıştım. Çünkü kronik yazıyordum ve bu tür yazın türü ilk defa deneniyordu. Günlük yaşananları geçmişle ilişkilendirip sürekli yinelenen sorunlara bağlıyor ve gelecekte yinelenmesi muhtemel kronikleri saptıyorsunuz. Geçmiş ve güncel tüm yaşananları anlık olaylarla yorumlamaya çalışıyorsunuz. Yayınevi editörüm her şeye rağmen roman yazmış olduğumu tespit etmiş, itiraz etmedim. Benim için romanın avantajlı tarafları çok daha fazla sanki. Baharatlı duyguları seviyorum; sevgiyi, aşkı, acıyı, nefreti, ölümü tatlandırdığınızda roman kurgusuyla, lezzeti bir başka oluyor. Kendinizi sınırlama ihtiyacı duymuyorsunuz tamamen özgürsünüz, karakterleri uzun uzadıya geliştirebiliyorsunuz. Bana göre tek dezavantaj sayfa sayısının artarak okunmasını zorlaştırıyor olması.