London Üniversitesi’nde akademik faaliyetlerine devam eden Derin Koçer “Hem yönetemeyip hem de ayrışma çizgilerini kaybeden bir iktidar, büyük bir çaresizlik içine düşer” diyor.
Birleşik Krallık’ta siyaset, uzun bir aradan sonra değişiyor. Bir buçuk yıla yakın zamandır anketlerde yüzde 40’ın altına düşmeyen iktidar partisi Muhafazakârları, İşçi Partisi ilk defa solladı. Geçtiğimiz haftalarda %40’ta eşitlenen oy yüzdesi, şimdi ortalama 42’ye 38 İşçi Partisi’nin liderliğini gösteriyor. Aslında bu, iktidara gelince görev tanımı değişen siyasetçilerin, hâlâ seçim kampanyası yürütüyormuş gibi davrandıklarında içine düştükleri büyük çaresizliği gösteriyor.
Zira Boris Johnson hükümete talipken elindeki en büyük koz, kültürel değerler üzerinden bölünmüş, birbiriyle diyalogu kaybetmiş, duygusal bağı kesilmiş bir toplumsal tabakayla karşı karşıya olmasıydı. 2016’da Brexit referandumu, Britanya’nın içindeki şeytanları ortaya çıkarmış; siyaset balonunun dinlemediği kitleler, kendine Avrupa Birliği karşıtlığında ses bulmuştu. Hemen herkesin aksine Brexit’ten bir adım dahi uzaklaşmayan Johnson, bu kültür savaşının önderlerinden biri hâline geldi. Ülke tarihine geçen bir zaferle, çocukluğundan beri hayalini kurduğu başbakanlık makamını kazandı.
Bugüne kadar da hep, o kültürel ayrışmanın ekmeğini yedi; sırtını hep, derin kutuplaşmaya verdi. Örneğin her ne kadar rakibi İşçi Partisi, Johnson’ın “Brexit Hükümeti”ne (“Brexit’i halledelim” sloganıyla referandumda ‘çıkmak’ isteyen kültürel olarak muhafazakâr ama geleneksel olarak İşçi Partili seçmeni ikna ederek muhalefeti darmaduman etmişti) Brexit konusunda muhalefet etmemeyi destur bilmiş olsa da, Johnson ve partisi rakiplerini hâlâ “Avrupacı” olarak göstermeye çalışıyor.
***
Bir başka fırsatta Johnson, sınıf siyasetine dönerek, kültür savaşında İşçi Partisi’nden uzaklaşan işçi sınıfına hitap etmeye çalışan muhalefetin önüne “Black Lives Matter” protestoları sırasında Churchill’e saldırmaya çalışanları attı, heykel yıkan protestocuları muhalefet partisiyle bağdaştırmaya çalıştı. Muhafazakârları geleneksel İngiliz değerlerinin koruyucusu, İşçi Partisi’ni ise tarihten utanan ilericilerin mabedi olarak tanımlamaya çalıştı.
Siyaset bilimci Matthew Goodwin’in ortaya koyduğu gibi, sözü yıllarca elinden alınan, yatırım esirgenen, değerleri umursanmayan bir güruh, kendilerine konuşan Johnson’a sahip çıktı. COVID-19 salgınıyla mücadelede bile hem Avrupa’da en çok vatandaşını kaybeden ülke olmalarına hem de en büyük ekonomik küçülmeyi yaşamalarına rağmen Johnson ve partisi Muhafazakârlar popülaritelerini korudular. Ama Johnson için güzel günler bitti; gerçekle yüzleşme vakti geldi.
***
Artık kurallarını kendi koyduğu, kutuplaşmadan kazanç sağladığı, mutlak iktidarını sürdürebildiği bir sahneyle karşı karşıya değil Johnson. Birleşik Krallık halkı İşçi Partisi lideri Keir Starmer’a, başbakanlarından daha çok güveniyor. Muhafazakârlar’ın popülaritesi düşüyor, İşçi Partisi yetkin bir alternatif olarak öne çıkıyor. Bunun iki ana sebebi var.
***
Öncelikle Johnson’ın “İngiliz değerlerine yabancı” olmakla itham ettiği, radikal ve dogmatik bir muhalefet artık yok. Jonathan Haidt’in de The Righteous Mind kitabında ortaya koyduğu gibi, bir grup insanın (AB karşıtı işçi sınıfının) hayatlarını yaşadıkları değerlere yabancı olan bir siyasi organizasyonun, onlarla güven ilişkisi kurması oldukça zordur. Çıkarlarını temsil etseler bile, duygusal beyin rasyonele yer açmaz. Jeremy Corbyn yönetiminden kopan duygusal bağları Starmer tamir etmeye çalışıyor.
Özellikle de partisinin konferansını bir önceki dönemle ayrıştırmak için “Yeni bir liderlik” iddiasıyla toplaması ve yaptığı konuşmayla geleneksel İngiliz değerlerine, aileye ve milli güvenliğe vurgu yapması, Starmer’ın değerlerini topluma anlatmasına fayda sağladı. Lider olduğu 6 ayda İşçi Partisi liderinin ilk defa kendini geniş kitlelere anlatma fırsatı buldu. Anketlerdeki değişimde bunun etkisi tabii ki var. Kaybedilen kesimlerle duygu ve güven ilişkisi kuruluyor. İdeolojik temele değil; geleneksel değerlere dayanan bir söylem üretiliyor.
Diğer sebep ise, şüphesiz ki Johnson’ın başarısızlığı. Yönetme yetkisi elinde olan kişinin söylediklerinden çok yaptıkları önem kazanıyor. Johnson ve ekibi bir siyasi kampanya değil, üç krizi aynı anda üstlenmesi gereken bir hükümet yönetiyor. Onlar sınıfta kaldıkça yetkinliğini ve güvenilirliğini ortaya koyan alternatif, güçleniyor.
***
Öncelikle, Brexit. Seçim zaferini ve siyasi kariyerinin son birkaç yılını Brexit’e borçlu olan bir başbakanın, halkı hâlâ bu konuyla meşgul etmesi hükümete zarar veriyor. Hele hele işin uluslararası hukuku çiğneyerek AB üzerinde etki oluşturma çabasına kadar varması, yönetimin kredibilitesini yaralıyor. Her ne kadar insanlar, YouGov anketine göre, Brexit’te Muhafazakârlara daha çok güveniyor olsa da, Başbakan’ın “Brexit’i halledelim” diyerek Meclis’te kazandığı mutlak çoğunluk, Brexit hallolmadıkça kendisini zorlayacak. Üstüne üstlük Avrupa fanatiği kimliğini bırakıp, Johnson’a kendi sloganını hatırlatarak “Hallet hadi” diyen muhalefet lideri de başbakanın başına bela.
Ekonomide de durum iç açıcı değil. Britanya, COVID-19 salgını nedeniyle Avrupa’da en çok yara alan ülke oldu. Her ne kadar ekonomi, kısıtlamalar kaldırıldıktan sonra, beklenenden hızlı iyileşmiş olsa da yeni bir Koronavirüs dalgasının hızla yükselmesi, hükümeti daha da zora sokacak. Toplum, bu konuda da Muhafazakârlara daha çok güveniyor ama ana sebep Johnson’dan ziyade Ekonomi Bakanı Rishi Sunak’mış gibi gözüküyor. Zira ikilinin popülariteleri arasında, son 30 yılda görülmemiş bir fark var. Sunak’a, başbakanından 20 puan daha çok güveniliyor.
Ve tabii ki ana gündem konusu: Salgın. Hükümet, sürecin başından beri felaket bir sınav veriyor. Başbakanın katılmadığı acil durum toplantılarından ve hiçbir zaman bir hükümet politikası olarak değerlendirilmeyen sürü bağışıklığının bir anda tek gündem haline gelmesinden başlayan bu süreç, virüsün ilk dalgasında 45 bine yakın vatandaşın ölümüne kadar vardı. Bütün yaz, sonbahara hazırlanması gereken hükümetin ise şu anda test olmak isteyen insanlara yetişememeye başladığını görüyoruz. Filyasyon yöntemleri de diğer Avrupa ülkelerine kıyasla kötü çalışıyor.
***
Günlük vaka sayıları yeni rekorlara yükselirken ve hükümet yeniden kısıtlamalar getirirken elbette ki insanların yetkinlik beklediği mesele de bu. Anketlerde Starmer’ın İşçi Partisi’ne, salgını yönetmek konusunda toplumun daha çok güvendiğini açıkça ortaya koyuyor. Vakaların ve ölümlerin artması da hükümete güvensizlik olarak geri dönüyor.
Sözün özü aslında şudur: İktidara gelene kadar insanların kararlarını derinden etkileyen kültürel bölünmelerden beslenmek, yönetme yetkisi devreye girdiğinde eskisi kadar kolay olmaktan çıkar. Hele de karşınızda bu bölünmelere itiraz eden ve toplumun kutuplarını korumaktansa, barışmayı talep eden, güvenilir ve yetkin bir muhalefet varsa kültür savaşını korumak çok daha zordur. Çünkü iktidar olmak için yürütülen kampanyanın yerini, iktidar olma sorumluluğu alır. Artık beklenen güvenilir ve yetkin bir yönetimin ortaya konmasıdır. Hem yönetemeyip hem de ayrışma çizgilerini kaybeden bir iktidar, büyük bir çaresizlik içine düşer. Boris’in büyük çaresizliği de tam anlamıyla budur.