Ondokuz Mayıs Üniversitesi eski rektörü Dr. Hüseyin Akan “Üniversitelerimizin sanayi girdisi skorunun yüksekliği, araştırma ve atıf skorunun düşüklüğü çok dikkat çekici” diyor.
Yayımlanan bir çalışma dolayısıyla, Türk üniversitelerinin ve rektörlerinin akademik/bilimsel düzeyleriyle ilgili medyada yazılar yazıldı, sözler söylendi. Birçok konuşmaya ve yazıya dayanak edilen bu çalışmanın önemli ama açıkça tartışılır üç çıkarımı var. Birincisi; “akademik nitelikleri düşük rektörlerce yönetilen üniversitelerde araştırma ve bilgi üretimi düşük olmakta ve ulusal/uluslararası sıralamalara girememekte ya da gerilemektedir.” Buna delil olarak “Akademik nitelikleri düşük sevi-yedeki rektörler tarafından yönetilen üniversitelerin (özellikle 2016 sonrası), bu rektörlerin 2 yıllık yönetimi sonunda sıralamalarda ve bilgi üretiminde istisnasız olarak gerilediği” gösterilmektedir. (1)
İkincisi; sıralamalarda önde olan ülkemizin köklü üniversitelerinden mezun olanlara kıyasla, diğerlerinden, özellikle de Anadolu üniversitelerinden mezun olan rektörlerin ve yönettikleri üniversitelerin araştırma ve bilgi üretiminde gerilerde olduğu, tespitidir. Yazıdan çıkarılabilecek, anlamlı görülen üçüncü değişken, rektörlerin çalışma alanlarıdır. “(Üniversitelerin başarılı olarak belirtildiği) önceki dönemin rektörleri (10 yıl önce) ODTÜ ve İstanbul Teknik Üniversitesi mezunuydu. Şimdiki halde, bu üniversitelerin yerini Marmara Üniversitesi gibi ilahiyatın öne çıktığı kurumlar ile değiştirdiğini göstermektedir. Ayrıca, rektörlerin öncelikle yerel üniversitelerden mezun olduğu tespit edilmiştir.” (1) Bu ifade ayrımcıdır, küçümseyici ve önyargılıdır. Bir anlamda, rektörler dolayımıyla Anadolu üniversiteleri ve sosyal alanlar üniversitelerin gerilemesinde etken kabul edilmektedir. Zaten yazının başında sorulan iki soru aslında verilecek cevapları da işaret etmektedir. Sorular: “Türk üniversitelerinde rektörlerin sosyodemografik ve kariyerle ilgili özellikleri nelerdir? Türk üniversitelerinde rektörlerin akademik nitelikleri nelerdir?” İlginç olan ilgili çalışma, yazı ve konuşmalarda, akademik niteliğin her zaman sayısal verilerle belirlenmesi ve kıyaslanmasıdır. Bence, ‘akademik nicelik’ tamlaması daha isabetlidir.
“Akademik nitelikleri düşük rektörlerce yönetilen üniversitelerde araştırma ve bilgi üretimi düşük olmaktadır” önermesinin doğruluğunu, bunun tersi ama daha doğru bir önerme olan, ‘araştırmacı ve akademik niteliği yüksek olan öğretim üyeleri, rektör olduğu üniversitedeki araştırma kapasite ve miktarını geliştirir’ tespitine dayanarak kanıtlamaya çalışıyorlar. Daha doğru olan bu önermenin gerekçeli açıklaması akla yatkındır: “Araştırmacı ve bilimsel üretimi yüksek akademisyenler daha itibarlı ve güvenilir akademik liderlerdir. Bunlar araştırma ve bilgi üretiminin üniversitenin temel işlevlerinden olduğunu müdriktirler ve araştırma yapana ve bilgi üretene değer verirler. Rektör standardı belirleyen kişidir ve sadece iyi araştırmacılar bu standardı yüksek tutabilir.” (2)
Bu iddialara karşıt olarak, araştırmacı olmayan, bilimsel üretimi düşük veya çok düşük olanlar hakkında ortaya konabilecek olumlu hipotezler üretebilir miyiz?
***
Bu kişiler, araştırma yapan ve bilimsel ürünleri çok olan akademisyenlere kıyasla iletişimi, sosyal çevresi ve ilişkileri çok daha güçlü olan kimselerdir. Proje, araştırma, hizmet, makale, bildiri, doktora öğrencileri, bilimsel toplantılar gibi akademik işler için vakit harcamayan bu tür öğretim üyeleri zamanlarının büyük kısmını değişik fakülte ve bölümlerdeki meslektaşlarıyla futbol, politika, güncel olaylar ve malî mevzuları konuşmakla geçirirler. Aynı zamanda, üniversite dışında da sosyal ilişkileri güçlü ve kalabalıktır. Bu arkadaşların, hemen her konuda görüşleri ve değerlendirmeleri mevcuttur. Üniversitedeki eksik ve yanlışlar, sorunlar, çözümler, eğitim ve bilimsel üretimin geliştirilmesi üzerine yıllar boyunca bol bol mütalaalar, diğer geniş zamanlı arkadaşlarıyla müzakere ve münakaşalar yapmışlardır. Nitekim, bahse konu ettiğim çalışmada rektörlerin sosyal medya ileti sayılarının çok yüksek olduğu saptanmıştır. (1) Bu öğretim üyeleri rektör olduklarında da, aynı şekilde vakitleri ve zihinleri akademik işlerle işgal edilmeyeceğinden, bir yöneticinin önemli görevlerinden olan ağırlamalar, ziyaretler, açılışlar, kapanışlar, törenler, sözlü ve yazılı mesajlar gibi sosyal ilişki, iletişim ve benzeri yönetsel işlere çok daha kolay ve gereğince yoğunlaşabilirler. Muhtemelen, inisiyatif alma, riski yüksek değişiklikler ve yenilikler gibi tehlikeli işlere girişmeyecek; kendisinden istenilenle istenmeyenin ayırıcı tanısını büyük bir isabetle yapacak kimseler ideal rektör namzetleridir.
***
Oysa, araştırma, bilgi üretimi ve paylaşılması peşinde olan bir öğretim üyesinin aklı laboratuvarlarda, öğretim elemanlarının akademik gelişmelerinde, araştırmalarda, öğrencilerin eğitim ve çalışmalarında, projelerde olacak ve idarî işlere tam olarak yoğunlaşamayacaktır. Akademik ömrü laboratuvarlarda, sınıflarda, servislerde geçtiğinden, yönetim gibi sosyal ağırlıklı bir görevin gerektirdiği iletişim ve sosyal ilişkileri öngörmekte, kurmakta ve yürütmekte zayıf kalacaktır.
Dolayısıyla, akademik niceliği zayıf, alanında iddiası bulunmayan ancak, iletişim ve konuşma becerisi gelişmiş, sosyal ilişki uzmanı bu rektörlerin üniversitenin akademik gelişmesinde başarılı olamayacağı çıkarımına, bence itiraz mümkündür. Zaten, seçimli dönemlerde çıkarılacak ve desteklenecek aday adayı tespitinde, öğretim üyesinin öncelikle iletişim ve sosyal ilişki becerisi, çevresi değerlendirilir, sonra akademik ve bilimsel başarı bir ölçüt olarak dikkate alınırdı. Çünkü, araştırmacı, üretici birine göre sosyal ilişki uzmanı olanların alacakları/aldıkları oy çok daha fazlaydı.
***
Daha ciddi konuşacak olursak, söz konusu makalede ileri sürülen savlara götüren veriler doğru değerlendirilmemiştir. Çünkü, üniversite sıralamalarında kullanılan veriler genellikle bir yıl önceki çıktılara aittir. Örneğin, URAP 2018-19 Türkiye sıralaması için makalelerde 2017, bilimsel doküman ve atıflarda 2013-2017, doktora öğrenci ve mezunları için 2015-17 verileri kullanılmıştır. (3) Üniversitelerde bir araştırmanın/çalışmanın makaleye, bildiriye dönüşmesi en hızlı şekilde 1 yılı bulur. Atıflar ise çok daha önceki yıllara ait çalışma ve makalelere yönelik gerçekleşir. Dolayısıyla, 2018 sıralaması aslında 2017 yılındaki yayın/atıf sayılarını, o da daha çok 2016 ve kısmen önceki yıllara ait performansı göstermektedir. İşin gerçeği, söze konu olan son yıllardaki rektör atamaları bu kunuda sağlıklı bir araştırmayı mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla yukarda ifade ettiğimiz, karşılaştırmalı çalışma üniversitelerimizde örneğin 2016 yılında atanmış rektörlerin üniversiteleriyle ilgili olarak (önceki döneme ait) 2014-16 çıktıları ile 2018-20 yıllarındaki çıktıların karşılaştırılmasıyla elde edilecek sonuçlar çok daha sağlıklı ve bilimsel olacaktır.
***
Kaldı ki, üniversite sıralamaları da ciddi olarak tartışmalıdır. Ölçütler nelerdir? Eğitimin niteliği, araştırma düzeyi, bilgi üretimi, buluş, patent, altyapı ve öğretim kadrosunun niteliği, girdi ve çıktı kıyası gibi pek çok değişken vardır. Sıralamalarda ise, belli bazı niceliksel veriler kullanılır. Sıralama sizin için çok önemliyse bu nicelikleri yükseltmenin yollarını ararsınız. Veriler ne kadar güvenilirdir, şeklinde bir soru hiç de abes değildir. İtibar gören sıralama kuruluşlarından birisi ‘Times Higher Education’dur. Bu sıralamalarda aidatını yatıran kayıtlı üniversiteler değerlendirmeye alınır. Hesaplamada üniversitelerin verdiği veriler kullanılır. Sıralama yapan kuruluş verilerin sağlıklı (doğru) olup olmadığını sorgulamaz. Örneğin, dünya üniversiteler sıralaması-2020’de toplam 1400 üniversite arasında sıralama yapıldı. Bu üniversitelerin hepsi listeye kondu. İlk bin üniversiteden sonrası 1001+ diye sıralandı. Başvuran ve parasını veren her kurumun kendi bildirdiği veriler kullanılarak listeye dahil edildiği bu sıralamada, son sıradaki başarısız bir üniversitenin sırası da 1001+ olarak verilmiştir. Sonra da rektör ve yönetim dairesindekiler üniversitelerinin dünyada bin birinci olduğu reklamını yapmışlardır. Bu sıralamada üniversitelerin aldığı puanlardan (skor) örnekler vereceğim. Puanlar sırasıyla araştırma, atıf ve sanayiden alınan destek’e ait. (4)
Cambridge: 98.7-95.8-59.3, ETH Zurich: 92.8-90.3-56.8, Harvard: 98.6-99.1-47.3
Stanford: 96.4-99.9-66.2, M.I.T.: 92.4-99.5-86.9, Kyoto: 78.1-59.9-66.2
Çukurova: 12.5-15.6-87.5, OMÜ: 8.9-6.7-38.4, Gazi: 10.6-13.2-40.5
Yeditepe: 12.2-11.9-68.0, Koç: 34.4-49.2-60.2
***
Üniversitelerimizin sanayi girdisi skorunun yüksekliği, araştırma ve atıf skorunun düşüklüğü çok dikkat çekicidir. Bu 1400 dünya üniversitesi arasında sanayi desteği skorunda, en tepede (1. ve 4.) iki, ilk yüzde 4, ilk beş yüzde 13 üniversitemiz var. Sadece araştırma skorlarıyla sıraladığımızda ise, en iyisi 266. olmak üzere ilk 500’de 6 üniversitemiz var. Değerlendirilen 34 üniversitemizin 20’si son 400’de yer alıyor. Sanayisinin ve sanayi desteğinin çok güçlü olduğunu bildiğimiz ülkelerde bulunan tepe üniversitelerde araştırma ve atıfın sanayiden gelen maddî girdiye oranı 1-2 arasındayken, daha zayıf olan sanayisinin araştırma desteği vermede çekingen davrandığını bildiğimiz Türkiye’de, özellikle devlet üniversitelerinde 0.15-0.20’ye kadar düşmektedir. Yani, gelişmiş ülke üniversiteleri aldığı bir puanlık maddi destekle 1-2 araştırma yaparken bizde 5-6 kat destekle ancak bir araştırma çıkıyor. Buluşları zaten konuşamıyoruz.
***
Bu değerlendirmeden bazı sonuçlar çıkaralım:
- Büyük araştırmalara ve buluşlara imza atan dünyanın tepe üniversiteleri sanayiden aldığı parayı çok çok verimli kullanıyor.
-Türkiye’de sanayiden üniversitelere –gizli tutulan- çok büyük maddî destek var.
-Bu kadar yüksek desteğe rağmen araştırma ve dolayısıyla atıf çok az.
- O zaman sanayinin üniversitelerimize aktardığı bildirilen bu para boşa mı gidiyor? Daha doğrusu nereye gidiyor, araştırmaya harcanmıyorsa?
- Sanayi destek girdisinin bu kadar yüksek çıkmasına neden muhtemeldir ki, hastane ve diğer döner sermaye gelirleri, açık öğretim gelirleri, teknopark ciroları ve üniversitenin kendi bilimsel araştırma fonunun da hesaba katılmasıdır.
Başka sonuçlar ve izahlar da mümkün, elbette. Bütün bunlar, sıralamaların güvenilirliğini zedelese de, tamamen yanlış ve anlamsız sayılmalarını gerektirmez.