Okan Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Avukat Cem Murat Sofuoğlu “Ölüm cezasının yasalarımızda yeniden yer olması Avrupa ile siyasi ilişkilerimizin sonunu getirir” diyor.
Tanınmış ceza hukukçusu Beccaria şöyle der “Ölüm cezası insanı daha iyi bir hale nasıl getirebilir ki, çünkü insan yaşamını sona erdiriyor.”
Beccaria haklıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından bu yana, 1926 ile 1984 yılları arasında ölüm cezasına çarptırılan ve cezaları infaz edilen -çoğunluğu siyasal görüşleri nedeniyle idam edilen- 443 kişi ıslah olma fırsatını elde edemedi.
Ölüm cezasının yasalarımızdan tamamen çıkarılıp, tarih olmasından 16yıl sonra tekrar getirilmeye çalışılması düşündürücü bir durumdur.
Söz konusu ceza, yakın tarihimizde acıdan ve üzüntüden başka bir şey bırakmayarak hatırlanmaktadır.
Üzerinde düşünmek lazım İstiklal Mahkemelerinin; Yassıada Mahkemesinin; Sıkıyönetim Mahkemelerinin vermiş oldukları ölüm cezaları hayırla mı anılıyor ki, yeniden ihdas edilmeye çalışılıyor.
Türkiye’de ölüm cezası daha çok askeri rejimlerin yönetimde olduğu dönemlerde uygulandı. Askeri rejim dönemlerinde ölüm cezasının uygulanma oranı yüzde 13.5 iken, sivil rejim döneminde bu oran yüzde 2’de kalmıştır. Bu olgudan, bir iki istisna dışında, sivil rejimlerin ölüm cezasını uygulamayı tercih etmedikleri sonucunu çıkarabiliriz.
***
1965-1971 ve 1973-1980 yılları arasında, seçimle başa gelmiş demokratik hükümetlerin yönetimde olduğu on beş yıllık dönemde, tek bir ölüm cezası uygulanmamıştır.
Sonuç olarak 1960, 1971 ve 1980 yıllarında askeri darbeler olmamış olsaydı, bu ölüm cezaları uygulanmamış olacaktı.
1964 yılından sonra TBMM, mahkemelerce verilmiş ölüm cezalarının uygulanması için bir karar almamıştır. Ancak 1971 yılındaki askeri darbeden sonra, darbeci generallerin etkisi ve tehdidi altında bulunan TBMM, 14 kişinin ölüm cezasının uygulanması kararını kabul etmiş ve bu kişiler -üçü siyasi suçlu- idam edilmişlerdir.
1960, 1971 ve 1980 yıllarında yönetimde bulunan askeri rejim dönemlerinde önce adi suçlular, ardından da siyasi suçlular idam edilmişlerdir. Buna göre, hayatta kalmak ya da idam edilmek, rejimin siyasi yapısıyla doğrudan bağlantılıydı. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, 16 TBMM üyesi milletvekili idam edilmiştir. Bunlardan 13’ü, 1923-26 yılları arasında faaliyet gösteren İstiklal Mahkemeleri tarafından verilen ölüm cezalarına istinaden gerçekleşti. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ise 1960 askeri darbesi tarafından kurulan bir olağanüstü mahkeme tarafından ölüm cezasına çarptırılmış ve cezalar infaz olunmuştur. Türkiye halen, bir başbakanı ve iki bakanı asmanın rahatsızlığını yaşamaktadır. İdam edilen bu üç insanın suçları siyasiydi ve modern ceza hukukunda siyasi suça karşılık bir ceza mevcut değildir. Bu nedenle idamlarından bu yana 39 yıl geçtikten sonra, 1990 yılında TBMM bu üç siyaset adamına itibarlarını geri veren bir kanun yayımladı. İdam edildikleri adada bulunan mezarları, büyük bir törenle İstanbul’daki bir anıt mezara nakledildi. Merhum Adnan Menderes’in ismi bir üniversiteye, İzmir Havaalanı’na ve birçok cadde ve bulvara verildi. Tüm bunlardan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu idamlar karşısındaki hata ve yargılamanın adil olmadığını kabul ettiği sonucunu çıkarabiliriz.
***
1972 yılında, askeri yönetim döneminde idam edilen 14 kişi arasında üç solcu genç de vardı. Sıkıyönetim mahkemesi tarafından verilen ölüm cezaları infaz edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hiç cinayet işlememişlerdi. O dönemde darbeci generaller parlamentoyu kapatmamış, fakat yasal hükümeti istifa etmeye zorlamış ve TBMM’yi de, istedikleri yapılmadığı takdirde kapatmakla tehdit etmişlerdir. Darbecilerin etkisi altındaki Meclis de, bu üç gencin ölüm cezası kararını tasdik etmiştir. Geçen süreçte bu üç genç de, diğer üç siyaset adamının sağ görüşlüler nezdinde şehit olarak kabul görmeleri gibi, özellikle sol görüşlü insanların nezdinde şehit sayılmış ve cezalarının infaz edildiği her yıldönümünde anılmaktadırlar. Bu üç genç adam, üzerlerine isnat olunan suçlardan dolayı bugün yargılanmış olsalardı, en fazla 5 yıllık bir hapis cezasıyla cezalandırılacak ve bugüne kadar birçok defa çıkarılmış olan genel aflar neticesinde, çoktan hapisten çıkmış olacaklardı.
***
Darbecilerin denetimi altında bulunan parlamentoda, en fazla milletvekiline sahip olan ve idamlar için evet oyu kullanan siyasi partinin lideri ve sonradan Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel, kendisiyle yapılan bir söyleşide söz konusu olayla ilgili olarak sorulan bir soruya şu yanıtı vermiştir: “O dönemin koşulları, bu idamların infazını gerektiriyordu.”
***
Parlamentodaki çoğunluk partisine mensup olan ve idamların infazı için evet oyu kullanan bir eski parlamenter ise, aynı soruya “Hata yaptım” yanıtını vermiştir.
Sanırız bu “yorumlar” için daha fazla söz söylemeye gerek yoktur.
Türkiye kamuoyu, 1980 askeri darbesinin lideri Kenan Evren’in ölüm cezasıyla ilgili söylemiş olduğu şu sözleri halen hatırlamaktadır: ”Bunları asmayalım da besleyelim mi?”... Kenan Evren, AB süreciyle ilgili olarak vermiş olduğu bir demeçte ise, Avrupa Birliği’ne girmek istediğimiz için ölüm cezasına karşı olduğunu belirtmiştir. Bu arada, Kenan Evren’in devlet başkanı olduğu 12 Eylül 1980 ile Kasım 1983 arasında, 48 kişinin idam edildiğini de belirtmek gerekir.
Askeri yönetimden sivil yönetime geçildikten hemen sonra,1984 yılında seçimle işbaşına gelmiş bir hükümet döneminde, Türkiye tarihinin son iki ölüm cezası infaz edilmiştir. Bu infazların ardından Türkiye, ölüm cezasının uygulanması konusunda moratoryum ilan etti ve tüm ölüm cezalarının uygulanmasını durdurdu. Ancak ölüm cezası hukuk sistemimizde var olan yerini korumaya devam etti. Evren’in de işaret ettiği gibi, AB süreci Türkiye’de ölüm cezasının kaldırılması için önemli bir etken oldu. 1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde, Türkiye’nin AB’ye aday ülke olduğunun ilan edilmesinin ardından AB Komisyonu, Türkiye’nin yapması gereken yasal değişiklikleri içeren Katılım Ortaklığı Belgesi’ni (KOB) hazırladı. AB Komisyonu’nun Türkiye’nin yerine getirilmesini istediği yasal değişiklikler arasında, ölüm cezasının kaldırılma talebi de vardı. Ecevit’in Başbakan ve Devlet Bahçeli’nin de Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti, KOB’ a karşılık hazırlamış olduğu Ulusal Program ile ölüm cezasının kaldırılacağını vaat etti ve hemen ardından, 3 Ağustos 2002’de ölüm cezasını Ceza Yasamızdan çıkarttı.
Ceza yasamızdan ölüm cezasının kaldırılmış olmasına rağmen, savaş zamanında işlenecek suçlara ilişkin ölüm cezasının uygulanması yasalarımızda henüz mevcuttu. Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu AK Parti hükümeti 9 Ocak 2004 tarihinde, savaş zamanında da ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin, Avrupa Konseyi’nin 13 No’lu Protokolü’nü imzaladı. Hemen ardından bu konuda tüm yasal değişiklikleri yapılarak, ölüm cezası tümüyle Türk hukuk sisteminden çıkarıldı.
***
Ölüm cezasının yasalarımızda yeniden yer olması, sadece Avrupa Birliği ile halen donmuş olan ilişkimizi sona erdirmeyecek, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nden de çıkmamıza, kısaca Avrupa ile siyasi ilişkilerimizin sonunu getirecektir. Dünyada yapılan istatistikler, ölüm cezasının uygulandığı ülkelerde suç oranını düşürmediği gerçeğini ortaya koyar. Geçmişte yapılan adli hatalar sonucu suçsuz yere idam edilen insanları düşünerek, yapılabilecek dönüşü olmayan adli hataları ve ölüm cezasının uygulanmasının ahlaki yönünü de dikkate alarak, bu cezanın yasalarımızda yer almaması gerektiğini söyleyebiliriz. Ölüm cezasından hiç hoşlanmayan II.Abdülhamit bile 33 yıllık iktidarında sadece 5 ölüm cezasını onaylamıştır. Ölüm cezası karşıtlarından olan Victor Hugo “Suç vicdan azabıyla ödenir, yoksa balta, giyotin yahut yağlı kementle değil. Kan, kan ile temizlenmez, gözyaşı ile temizlenir” der.