25 ülkeden 56 sanatçıyı bir araya getiren İstanbul Bienali'nde bu yıl 'Yedinci Kıta' teması altında çevre sorunlarına dikkat çekildi. Etkinliği iki isim değerlendirdi. Sanat tarihçisi Prof. Dr. Kıymet Giray "Bienal bilinçli olarak kirletilen dünyanın trajedisine dikkat çekti. İnsana yabancılaşan ve bilgisayarla yaratılan yapay doğayı düşündürdü" ifadelerini kullanırken, ressam Ekrem Kahraman da sözleriyle Bienal'i anlattı: "Hakikatin manipüle edilerek yok edilmesi üzerine bir gelişim söz konusu. Çağdaş sanat üzerinden bir tür aklamaya girişilmesi trajik."
SALİHA SULTAN
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding sponsorluğuyla bu yıl 16.'sı düzenlenen İstanbul Bienali 'Yedinci Kıta' konseptiyle kirlenen dünyaya sanat eserleriyle dikkati çekmek iddiasıyla gerçekleştirildi. 25 ülkeden 56 sanatçının eserleri MSGSÜ, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Tophane binası, Pera Müzesi ve Büyükada’da sergilendi. Pazar günü sona erecek bienal'in bu seneki teması ise ilhamını Pasifik Okyanusu'nun ortasında bulunan ve popüler bilimde 'Yedinci Kıta' olarak anılan 7 milyon tonluk atık yığını 'Great Pacific Garbage Patch' den alıyor. Yani kirli atıkların okyanusun ortasında yeni bir kıta oluşturmasına sanatsal bir tepkiydi hedeflenen. Dünyanın günümüzdeki en önemli sorunu bu atık yığını mıdır? Bu elbette tartışılır. Küresel sistemin 'popüler kültür' dayatmaları nedeniyle bir süredir insanlığın en önemli sorununun çevre, ekoloji gibi konular olduğunu düşünüyor, birincil derdi bu konular olmayanları her mecrada ötekileştiriyoruz sonuçta. Sıradan insanlar olarak dünya gezegeninin trajik haline bakıp kendimizi yeterince suçlarsak duyarlılık timsali insanlar olarak sohbetlerimizde ya da sosyal medya paylaşımlarımızda yolumuza bol beğeniler eşliğinde devam edebiliriz. Sanatçılar da bu trendin etkisiyle canhıraş bir şekilde fırça sallıyor, kolajlar, enstalasyonlar üretiyor ve 'dünyanın en önemli sorunu'nun dışavurumcusu olarak 'itibar' sahibi oluyor. Ortaya çıkan eserler ise daima var olanı, gözle görüleni yani faili meçhul eylemlerin sonucunu gözler önüne seriyor. Pasifik'teki devasa atıktan hareketle bu konuya dikkati çeken eserlerin karşısına geçip kendimizi acımasızca sorgulamaktan sorumlu bireyler olarak, bizden daha 'büyük' ve 'güçlü' olanları, o atıkta daha fazla payı olanları hiçbir mecrada bu suçu üstlenirken göremiyoruz. Dünyanın büyük sermayeli şirketlerini mesela... Büyük fabrikaların sahiplerini... Suçu üstlenmek bir yana, bu tarz sanatsal etkinliklere sponsor oluyorlar, açılışlarda kameralara gülümseyerek bir nevi günahlarından arınıyor, adres şaşırtıyorlar. Önemli soru şu: Küresel sistemin dayattığı bu sorunu failleriyle birlikte eserine yansıtan bir sanatçının çalışması büyük bir sanat organizasyonunda yer alabilir mi? Dünyaya, geleceğe dair büyük iddialarla yola çıktığımızda bu konuları da masaya koyup düşünmemiz gerekiyor. Büyük emek ve ciddi paralar harcanan, İstanbul gibi devasa bir şehirden dünyaya uzanan böyle büyük organizasyonlarda zülf-i yare dokunan, yaşadığımız coğrafyanın meselelelerine ışık tutan, hakikatin üstünün örtülmediği çalışmalara şahit olmamız elzem çünkü. Bu çerçevede 16. İstanbul Bienali'nin bu yılki iddiasının güncel yaşamımız ile örtüşen yanlarını ve yansımalarını zaman gösterecek. Bienal sonunda yapılacak değerlendirmelerin bu anlamda organizasyon sahiplerine farklı bakış açıları sunacağı hakikat. Biz de bugünkü sayfamızda bu değerlendirmeye katkı sağlamak amacıyla sanat tarihçisi Prof. Dr. Kıymet Giray'ın ve ressam Ekrem Kahraman'ın bienal izlenimlerine yer verdik.
BİENALLER KALICI ESERLERİ BELİRLEME PLATFORMU
İstanbul Bienali Yedinci Kıta konseptiyle, kirlenen, bilinçli olarak kirletilen dünyanın trajedisini, dolayısıyla insanın varlığını tehdit eden tehlikeye, sanatçıların eserleriyle dikkat çekti. 7 ton plastik atığın yüzdüğü, üzerinde yaşanamayan, imha edilemeyen giderek büyüyen plastik atıkların oluşturduğu bir kıta çünkü Yedinci Kıta. Bu kapsamda; insanın sıkışıp kalan dünyasına göndermeler yaptı 16. İstanbul Bienalinin küratörü Nicolas Bourriaud ve insan ve hayvanların birbirinden üstün olmadığını bütün varlıkların dünyadan eşit olanaklarla eşit haklarla yararlanmaları gerektiğini vurguladı. Evreni bozan bilimsel araştırmalara, yapay zekâ ve nesneler arasındaki öngörülemeyen sorunlara, nüfus artışının kaotik sonuçlarına, kültür erozyonuna geleceğe kalacak arkeoloji verilerin kaotik yapısına, çevre ve kaynak algısının siyasete yansıyan sıkıntılı bakışına, cinsellik üzerine sorgulamalara ve baskılarına dikkati çekmek istedi. Bu kapsamda açılan düşünce platformunda, MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi Şantiye binasında; özellikle kirlenen dünyanın insana tamamen yabancılaşan ve mekanikleşen, Ursula Mayer’in videosunda da belirlenen, bilgisayar programlarıyla yaratılan yapay doğalara dönüşmesini, cinselliğin irdelendiği ve vurgulandığı yenidünyayı düşündürdü. Küçülen insan imgesi, yok olan insanlık duygularının çarpıcı göstergelerini düşündüren eserler, geleceğin bu günden belirleneceğini çağrıştırıyor.
Pera Müzesinde Norman Daly Hayali uygarlık ütopyasının keşfedilen Llhuros uygarlığının hayali azı verilerini 20. yüzyıl mantığı olan araştırma formlarıyla değerlendiren müzesini kurdu Ernst Haeckel 19. yüzyıl fizyoloğu ve anatomi hocasının Sanattaki Doğa Biçimleri adlı kitabının çizimleri ilginç ayrıntılarla evrenin varlıklarının kuramını açıkladı. Piotr Uklaski Doğu’nun vaatleri serisiyle dikkati çekti. Büyükada Büyük Kulüp’te; Amin Linke’nin deniz dibi maden aramalarının ve araştırmalarının olumsuzluğunu yapılan ve yapılanların karşısında olayı algılayarak karşı duranları da kapsamına alan, net verilerle ortaya koyduğu video, sempozyum açılış konuşması kimliğinde derin bilgiler veren uzun bir film, çevresinde araştırma kitaplarıyla bir bilim merkezi özetiydi. Hokopoulo Köşkü giriş sundurması, tarih öncesi uygarlıklardan başlayan siren, sfenks gibi insan ve hayvan karışımlarına 21. yüzyılın basit yaklaşımın gerçekleştiren Monster Chetwynd’un boyutlu yaratıklarına ayrılmıştı. Bienaller, katılımcı sanatçıların eserlerinin sergileme alanları. Biz sanat tarihçiler için bir güncel sanat laboratuvarı. Geçekten de çok kıymetli güncel sanat sergileme alanları. Bizim için bienaller güncel sanat pratiklerinin arasından kalıcı olabilecek sanat eserlerini belirleme platformu. İzleyiciler de bizim gibi sergilenen güncel sanat eserlerinden kendi beğenilerine uyanı saptarken bir yandan da evren ve evreni tehdit eden güncel sorunları düşündüler.
ÇAĞDAŞ SANAT ÜZERİNDEN AKLAMA GİRİŞİMİ
Aradan otuz yıl geçtikten sonra bienal etkinliğini de, bienal küratörü tarafından belirlenmiş bienal kavramlarını da, bienale seçilmiş sanatçı ve sanatçı işlerini de -hiç de gerekmediği halde- neredeyse fetişleştirerek aşırı önemsemenin zihinlerimizde giderek büyük bir çöplük oluşturmaya başladığını artık görüyor olmamız gerekmiyor mu? Öyle ya bu bu otuz yıllık süreçte hangi küratörün ismini ve kavramını hatırlıyor haldeyiz ki şu an?
Kaldı ki zaten 16. İstanbul Bienali küratörü Nicolas Bourriaud da bu türden üretilmiş görsel kurguların zihinlerimizi bir çöplüğe dönüştürdüğünü, hatta daha da ileri giderek katı atığa ek olarak dijital medyalarda kullanılan emojileri bile birer 'kirlilik' kabul ettiğini açıklayarak bir günde üç milyar görsel üretildiğini, gezegenimizdeki fiziksel kirliliğe ek olarak zihinsel bir 'kirlilik' yaşadığımızı öne sürüyor. Fakat her nedense asıl kavramsal gönderisine ise esas olarak Pasifik Okyanusu'ndaki devasa plastik atık yığını Yedinci Kıta'ya doğru uzaklaştırarak Marmara denizindeki aşırı kirlilikten ve çevremizdeki küçük küçük 'kıta' parçacıklarından uzak tutarak zülfiyari kurtarmaya girişiyor. Doğrusu ya öyle olunca da Bourriaud'un kavramı ve ilgili düşünceleri de sözüm ona insani gelecek bağlamında içerisinde samimiyet barındırmadığı için kendi eleştirdiği ve bienalin ana kavramı yapmış olduğu plastik düşünce ve niyetin de Yedinci Kıta'nın bir parçası olduğunu hatta en önemli zemini ve nedeni olduğunu söylemek zorundayım.
Öte yandan, içinde yaşadığımız dünyanın umulduğu ve yeniden tasarlandığı gibi öyle yeni bir dünya yaratmak yerine bir tür 'dış gebelik' ürettiğini düşünüyorum. Yani bir tür gerçekliğin ve hakikatin neredeyse tümüyle manipüle edilerek ya da tersine çevrilerek 'önemsizleştirilmesi' ya da yok edilmesi üzerine kurulu bir sözde gelişim bu aslında. Bu ise esas olarak asıl sorumluluğu yarı soyut bir muhayyel bir 'insan' kavramı ve çağdaş sanat üzerinden bir tür aklamaya girişilmesi bana oldukça trajik görünüyor doğrusu. Bu bağlamlar üzerinden bakıldığında bienalin artık daha baştan 'yarı ölü' plastik kavramlar, görseller ve formlar üretme sürecine girdiğini, bu yüzden de sergilenen / kurgulanan işlerin alabildiğine sıradan olduğunu düşünüyor, üzerlerinde konuşmayı fazlaca gerekli görmüyorum bile!