‘Yolsuzluk Şii, Sünni, Selefi tanımaz’
Bizim ilk gençlik yıllarımızda neredeyse herkes devrimciydi.
Evvela solcular. Önemli bir kısmı Marksist-Leninist bugün hala Çin’e muhabbetleri devam eden fraksiyonları da Maoist devrim yapmak istiyorlardı.
Sağcılar da devrimci miydi?
Aslında değillerdi. Ama üzüm üzüme baka baka kararıyor. Konuşma tarzları ve solcularla aralarındaki rekabet onları bir tür ‘milli devrim’ çizisine götürüyordu. ‘Devrimciyiz’ demiyorlardı ama söylemlerinden hareketle onları da başka türlü bir devrimci kategorisine sokmak mümkündü.
İslamcılar?
Biz, zaman zaman “Devrim değil diriliş” diye slogan atıyorduk. Ama bizim söylemlerimiz bir çeşit ‘İslam devrimi’nden başka bir yere çıkmıyordu.
Devrimcilikte şöyle bir psikoloji var.
Sanki devrimi başardığında sana memleketi sıfır kilometrede çalışmaya hazır durumda verecekler sen de onu temiz temiz çalıştıracaksın.
Halbuki yok öyle bir şey.
Bütün arızalarını devralırsın, bütün yıkıntılarını, karın ağrılarını, üstelik yeni karın ağrıları zuhur eder, hatta felçler, inmeler… Onlarla da baş etmen gerekir.
Bu, karşılaşacağın sorunlara nispetle hiçbir şey değil.
Abi, ne biliyorsun da devrim yapacaksın?
Cemiyete ne vereceksin?
“Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” Bunu biliyorum.
Bunu biliyorsun da Allah’ın indirdiğiyle hükmetmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor musun?
Peygamberimizden sonra herhangi bir kimsenin Allah’ın indirdiğiyle hükmettiğinden herkes emin mi? Yeryüzündeki bütün Müslümanlar?
Ayrıca hangi işi, hangi insanla, hangi cemiyetle yapacaksın?
Neyin nasıl yapılacağını bilen var mı?
Memlekette işleri düzgün yapabilecek yeterli miktarda temiz, ahlaklı, liyakatli ve tabii akıllı insan var mı?
Yoksa ben devrim yaptım deyip elinde sopayla insanları hizaya mı getireceksin?
Falan filan.
Bu suallerin cevapları ‘yok’tu.
Altan Tan’ın da kitabın (Allah Adına Yönetmek, Çıra Yayınları) birkaç yerinde belirttiği gibi, Allahu Teala yeryüzüne gelip bizzat yönetmeyeceğine göre kim, hangi bilgiyle, hangi akılla başaracaktı bunları?
Henüz hiç kimsenin cevaplamadığı sorular soruyor Altan Tan.
Mesela bunlardan biri:
“Müslümanlar iktidarı ele geçirdikten sonra (veya iktidara geldikten sonra) toplumun ıslahını nasıl sağlayacaklar?”
“Toplumu otoriter bir yöntemle dizayn ederek İslami hayat tarzı ve İslami kuralları bütün herkese mi uygulayacaklar?”
Şu cümle Altan Tan’ın çözüm cümlesi sayılabilir:
“Halbuki yapılması gereken Müslümanlar için her türlü ortamı sağladıktan ve yasal güvence altına aldıktan sonra herkesin inanç ve hayat tarzına saygılı çoğulcu bir sistem kurmak olmalıdır.”
Mezhepler?
Mezhepleri oldukları gibi kabul etmek gerekmektedir.
“İslam’ın Sünni, Şii, Alevi veya Selefi anlayışlarını tüm Müslümanlara dayatmak tek parti diktatörlüğünden başka bir şey değildir.”
Şunu da ekliyor Tan:
“Çok önemli bir durum tespiti de şudur ki; İran, Türkiye, Sudan, Afganistan ve Suudi Arabistan gibi İslami iddiaları olan kadroların iktidara geldikleri ülkelerde yolsuzluklar en üst seviyededir.
“Bir kara mizah örneği olarak rüşvet ve yolsuzluklar “Şii, Sünni ve Selefi” tanımamaktadır.
Altan Tan’ın kitabının sonuna koyduğu alıntı kitabın “Kıssadan hisse” bölümü olarak kabul edilebilir.
Oliver Roy’un “Siyasal İslam’ın İflası” (1992) kitabından:
“Afganistan, İran, Sudan gibi ülkelerde iktidara gelen; Türkiye, Mısır, Cezayir ve Tunus gibi ülkelerde de iktidara gelmek üzere olan ‘Siyasal İslamcılar’dan ürkmeye ve korkmaya gerek yok!”
İslami hareketler sadece batı karşıtı protest hareketlerdir. Modern dünya ile ilgili ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal hiçbir hazırlıkları mevcut değil!”
“İktidara geldikleri ve gelecekleri tüm ülkelerde başarılı bir model ortaya koyabilmeleri ve başarılı olmaları mümkün değil.”
“Biraz sabır! Gelecekler ve hiçbir şey yapamadan gidecekler.”
Altan Tan’ın cümlesiyle bitireyim:
“Oliver Roy’un bu iddialı ve meydan okuyucu sözleri onur kırıcı olmasına rağmen ne yazık ki bugün için büyük oranda doğru çıkmış bulunmaktadır.”