Sarıkamış’a doğru
Benim okuduğum gibi okumanızı çok tavsiye etmem.
Tavsiye etmiyorsun da niye hep öyle okuyorsun?
Hep nasıl?
Düzensiz, plansız, not falan almadan, hıfzetmeye uğraşmadan.
Bazen, kolayda bir yerde kalem varsa dikkat çekici bulduğum satırların altını çiziyorum ama her zaman değil.
Bir tiryakilik olarak kabul edin, hayata lezzet katan bir çeşit eylem.
Okuduğum anı seviyorum. O an, okurken aldığım hazzı. Zihnimin okurkenki aktivitesini.
Ne okuyorsun?
Her şey.
Edebiyat, bilim, felsefe, tarih, ilahiyat…
Ucundan kenarından bu disiplinlerden birine dahil edilebilecek her tür.
Şiir.
Dilin miracı desem olur mu?
‘Uruç’ yükselmedir çünkü.
Ya da roman.
Kendi hayatının yanı sıra romandaki hayatı yaşarsın.
Bir manyak gibi değil tabii. Romandaki kötü adamı tekrar etmeye mecbur değilsin.
Keza hatıralar.
İnsan, hatıralarını onarırmış. Bunu hayatta da gördüm ama ilmi bir gerçeklik olarak ‘İncognito’da da gördüm. (David Eagleman, Domingo.)
Bir siyasetçinin anılarıyla bir askerin anıları, bir alimin anıları ayrı ayrı lezzetler verir. Her birinin dünyası başkadır.
Son zamanlarda birkaç askerin hatıralarını okudum.
Birisi Kazım Karabekir. Okuduğum kitap Karabekir'in hatıralarının çocukluğundan Manastır’a tayin edildiği zamana kadarki dönemini kapsıyor.
Emre Yayınları diye hatırlıyorum. Kitap yanımda değil. Yanlışsa sırası gelince tashih ederim.
Sonra Abidin Ege’nin Harp Günlükleri. Çanakkale, Irak ve İran cepheleri. (İş Bankası Yayınları)
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun Hemedan’a kadar girdiğini, yerleştiğini bilmiyordum. Öğrenmiş oldum.
Sonradan, Limon Von Sanders’in “Türkiye’de Beş Yıl”ını okurken, (yine İş Bankası Yayınları) Sanders’in ordunun İran içlerine girmesinin çok lüzumlu olmadığı fikrine de muttali oldum.
Murat Bardakçı’nın yayına hazırladığı “Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü” de, çocukluğumuzdan beri büyük bir askeri hata ve büyük bir mağlubiyet olarak zihinlerimize kazınan Sarıkamış meselesini anlamamıza yardımcı olabilirdi.
Fevzi Çakmak’ın “Büyük Harpte Şark Cephesi Harekâtı” adıyla yayımlanan ve ilgili konferanslarından oluşan eserini de ilave ettiğimizde, Birinci Dünya Savaşı ile ilgili küçük bir okuma seti oluşuyor.
(Biri hariç hepsi İş Bankası Yayınları.)
Bu kitapları birbiri ardı sıra okumadım.
Kimini geçen yıl, kimini birkaç yıl önce. Yeni okuduklarım Limon Von Sanders ile Fevzi Çakmak’ın anıları.
Bu kadar okudun, ne anladın diye soracak olursanız…
Birçok şey anladım.
Mesela Kazım Karabekir'in ilk dönem anılarından, Balkan Savaşı sırasında ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde ordunun da milletin de perişan durumda olduğunu anladım.
Doğru dürüst talim bile yapmayan, yeterli silahı, cephanesi olmayan bir ordu nasıl savaş kazansın?
Ama kazanmış. Çanakkale Zaferi büyük bir mucize, büyük bir destan.
Mehmet Akif’in yazdığından da büyük.
(Yine de kalemle daha büyüğü yazılamazdı.)
Sarıkamış faciasının biraz da bir lojistik faciası olduğunu anladım.
Birinci Dünya Savaşı’na Almanlar’ın müttefiki olarak girmemizin bir tercih olmaktan önce İngilizler’in ve Ruslar’ın bizi birlikte savaşılacak değil savaştan sonra paylaşılacak bir ülke olarak görmelerinin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu anladım.
Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Osmanlı Ordusu’nu bir ölçüde finanse ettiğini düşünüyordum.
Düşündüğümün çok azının gerçek olduğunu anladım.
Bazıları her şeyi anasından doğarken bilir.
Bir şeyi yeni öğrendiğinizi işittiklerinde dudak bükerler. Aaa! Bilmiyor muydun?
Oğlum senin kadar ben de biliyordum.
Fakat okudukça bildiklerim biraz daha yakına geldi.
Okudukça hiçbir şeyin tam olarak bilinemeyeceğini de öğrendim.
Kış yaklaşıyor.
Önümüzdeki haftadan itibaren biraz Sarıkamış çalışalım.