Kül yutmaz muhaliflerin ulvi davaları, kandırılan Kürtlerin süfli çıkarları
Önce adına “süreç” bile denmedi. “İçi boş”, “Erdoğan’ın haber yok, Bahçeli kendi kendine yapıyor”, “her şey Erdoğan’ı yeniden Cumhurbaşkanı adayı yapmak için”, “bunlarla zaten çözüm olmaz” dendi.
2013 Çözüm Süreci’ndeki DEM heyetinin İmralı ziyareti ve ardından bu heyetin Ahmet Türk’le gidip Bahçeli ile görüşmesiyle artık bunun bir çözüm süreci olduğu ortaya çıkınca bu kez kılıçlar kınlardan çıkarıldı.
Son bir haftadır iktidar ve özellikle muhalif mecralarda yaşanan travmatik haller artık mizahın da bir konusu olabilir.
Müthiş bir savrulma, ne diyeceğini bilememe, başı kesilmiş tavuk gibi ortalıkta dolaşma hali söz konusu.
Pozisyonlara tek tek bakalım.
En rahat pozisyon tabii külliyen retçilerinki.
Bunu siyaseten bir fırsat, kaldıraç olarak gördüklerini de saklayamayan milliyetçi-ulusalcılar geleneksel Anadolu’dan Görünüm pozisyonuna hızlıca geçtiler.
Ne de olsa bu çeşit bir milliyetçi-ulusalcılığın 50 senedir var olan bir silahlı örgüt nasıl bitirilir, ona destek veren milyonlarca insan ne olacak gibi dertleri yok.
Kimse onlara da “Peki sizin çözüm öneriniz ne” diye sormuyor.
Sorulduğunda da “Son terörist öldürülene kadar”, “Atatürk’ün yaptığı gibi” deyip çıkıyorlar işin içinden.
Bu pozisyonun biraz daha iktidara yakın ve sofistike olanı ise çeşitli mecralardan şu tezi işliyor:
“PKK, askeri olarak yeniliyor, Irak’taki operasyonlarla harekat kabiliyeti sınırlandı, Suriye’de denklem aleyhine gelişti, son darbe vurulup terör kökünden temizlenecekken niye Öcalan’a prim veriliyor?”
Bu çubuklu güvenlikçi pozisyonun eksik parçası ise tarih ve sosyoloji bilgisi.
Çünkü PKK, eski Genelkurmay Başkanlarından birinin de daha önce veciz bir şekilde söylediği gibi son 40 yılda 6 kez yenildi.
Hatta 1995’de askeri operasyonlarla PKK’nın bittiği bile ilan edilmişti. Sonra 1995 seçimlerinde HADEP 1,5 milyon insanın oyunu alınca meselenin böyle bitemeyeceği görüldü.
PKK askeri olarak zor durumda doğru ama karşımızda “son terörist ölünce” bitecek bir sorun yok.
Herhangi bir savaş, kitlesel silahlı isyan da sadece askeri olarak bitmez. Kalıcı bir bitiş için bir aşamada siyasi akıl, sivil çözümler, müzakere, masa devreye girmelidir.
Dağdaki son militanı öldürdüğünüzde, hala PKK’nın siyasi kanadının aldığı 6 milyon oy en az 10 milyon sempatizanla birlikte yaşamak zorundasınız. Meselenin bu sosyal, psikolojik, siyasi kısmını da SİHA’lar çözemiyor.
Bu ikisi yine de konforlu pozisyonlar…
Çözüm sürecinin en fazla travmatize ettiği ise CHP’li siyasetçiler ve yakın kanaat önderleri oldu.
Bir taraftan Kürtlerle kurulan siyasi ittifakı korumak istiyorlar ama aynı zamanda bu kritik ittifakın dağılacağı endişesiyle Kürtleri neredeyse kendi bencil çıkarları peşinde koşarak, büyük davaya ihanet etmekle suçluyorlar.
Kürtlerin bencil, süfli çıkarları dedikleri 100 senelik Kürt meselesi, 50 senelik bir silahlı mücadele meselesi.
Kendi ulvi davaları ise 20 senelik Erdoğan meselesi ve 2028 seçimleri.
Biraz daha sola yakın olanlar Kürtlerden sabretmelerini, bütün sorunların sihirli bir elle çözüleceği seçimi beklemelerini, Okçular Tepesi’ni terk etmemelerini bekliyor.
Kürtlerin sorunlarının bir kısmını şimdi bu iktidarla çözmeye çalışmalarının neden doğru olmadığını ise izah edemiyorlar.
Bu Kürt dostu sürece karşı çıkma pozisyonunun en büyük eksiği ise Kürtler.
Bizzat Kürtlerin ve Kürt siyasetçilerin verdiği krediyi görmezden gelen, sorunun esas muhataplarının çözüme desteğini referans olarak almayan bu empati yoksunu, bencil tavrın nasıl bir Kürt dostluğu olduğu muamma.
100 yıllık Türkiye tarihinde sorunu açık müzakereyle çözmeyi ilk kez denemiş bir iktidara neden bir kere daha şans vermeyip, yıllarca bu meseleyi inkâr etmiş bir siyasete güvenilmesi gerektiği sorusunun da cevabı yok.
Seçimden sonra sorunu nasıl ve hangi yöntemlerle çözecekleri ise meçhul.
Özellikle de çözüm süreci tartışmasıyla fabrika ayarlarına dönmeye başlayan bu taban ve medyayla.
Muhalif kanallarda son iki haftada Kürt dostu, solcu muhalifler nadasa çekilmiş, yerlerine daha ulusalcı, şahin siyasetçiler, emekli askerler, gazeteciler öne çıkmış, Zafer, İYİ Parti ve Memleket Partililere rağbet artmış durumda.
2015’den bu yana “iktidarı birlikte sallarken”, DEM Parti belediyelerde muhalefetin adaylarına, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin adayına destek verirken rafa kaldırılan “Teröristbaşı”, “bebek katili” lafları yeniden dolaşıma girdi.
2023’de DEM Parti aday çıkarmayıp muhalefete destek verirken 2024’de kent uzlaşısı kurulurken Cumhur İttifakı’ndan duyduğumuz “şehitlerimizin gözlerinin içine bakma” diskuru hızlıca CHP’ye geçmiş görünüyor.
Daha geçen hafta Kürtlerin varlığını kabul etmeye tenezzül etmiş profiller, 40 senedir Kürt meselesinin her halini bizzat içeride ve dışarıda tecrübe etmiş Ahmet Türk’ü neredeyse Kürt davasına ihanetle suçlayacak hale gelmiş.
Ekranlara çıkarılan Kürt siyasetçiler, kanaat önderleri ikna odalarına alınıyor, bu sürece inanmamaları için ikna edilmeye çalışılıyor.
Hala sürece kredi verenlere ise “ne haliniz varsa görün, sana kayyım atayanın sen nasıl ayağına gidersin, kandırılmaya doyamadınız” gibi terk edilmiş aşık atarları yapılıyor.
Bundan bir yıl önce yerel seçimler öncesi eşi Başak Demirtaş’ı İstanbul’dan aday olarak önerdiğinde de “İktidarla anlaştı, tabii kaç yıldır içeride” diye ihanetle, iktidarla anlaşmakla suçlanan Demirtaş,
şimdi süreci Kürtlere ihbar etmenin bir vesilesi yapılmaya çalışılıyor.
Halbuki Demirtaş, Ankara’daki saldırı sonrası yaptığı açıklamayla, PKK’nın silah bırakması konusunda şu ana kadar konuşan bütün Kürt aktörlerden daha kararlı ve ileride bir yerde durduğunu göstermişti.
İmralı heyetinin bütün partilerle yaptıkları görüşme turuna Demirtaş’ı da dahil etmesi, böyle bir adımın Öcalan’ın ve devletin onayı olmadan yapılamayacağı da ortadayken Demirtaş’ın haklarını savunuyormuş gibi yapmanın içinin ne kadar boş olduğunu da gösterdi.
Herhalde yapılacak görüşmeden sonra Demirtaş’ın arkasından sürece ateş etmenin de imkanları azalacak.
Sürece karşı çıkan bütün bu pozisyonların ortaklaştığı konu ise
Öcalan’ın serbest bırakılması karşılığında, DEM’in Erdoğan’ın adaylığı için el kaldıracağı…
Bütün meselenin bu olduğuna eminler.
İktidarın ve MHP’nin, Öcalan ile birlikte aynı cümlelerde geçme pahasına bu büyük riske bir adaylık hakkı için girdiğini düşünüyorlar.
Ama Öcalan’ın serbest kaldığı ve başka hiçbirşeyin olmadığı bir sürecin sonunda Erdoğan aday olduğunda bütün seçim kampanyasının Öcalan’ın dışarıdaki bir karesinden ibaret olacağını herhalde düşünmüyorlar.
22 yıldır her seçimi kazanan Erdoğan’ın sırf aday olmak için böyle seçime gideceğini, MHP liderinin bütün geçmişini inkar edip böyle bir açılım yapacağını düşünmek sahiden akıllı insan işi değil.
Eğer mesele Erdoğan’ın için el kaldıracak 40 kişi bulmaksa tel tel dökülen İYİ Parti, DEM’den çok daha risksiz ve kolay bir müttefik olabilirdi.
Üstelik bu tezde Öcalan da 75 yaşında hapisten çıkıp bir villada oturmak uğruna bütün hikayesini inkar edebilecek biri olarak resmediliyor.
25 yıldır tek başına bir adaya hapsedilmiş, buna rağmen hala Türkiye ve Suriye’de milyonlarca destekçisi olan birini çok yanlış değerlendirmek de bu.
Bu travmatik ve bencil değerlendirmelerle olan biteni anlamak mümkün değil.
Çözüm süreci muhalefetin kendi kendini taca çıkardığı bir sürece dönebilir.