Mühendisten fazla maaş alan usta ve vinç operatörü neyi ifade ediyor?

Türkiye, epeyce süredir, seramik ustası, tesisatçı ve vinç operatörü gibi el becerisi ve ustalık gerektiren mesleklerin aylık gelirlerinin; mühendis, araştırmacı, hatta üniversite profesörü maaşlarından daha yüksek olması gibi bir sonuçla karşı karşıya…

Bu bağlamda, özellikle inşaat sektöründe mühendis maaşları ortalama 40-60 bin TL civarında seyrederken, seramik ve mekanik ustası maaşlarının 100 bin, vinç operatörü maaşlarının ise 150 bin TL’ye kadar yükseldiğine dair haberler sıkça medyada yer alıyor.

Bu durum, gelişmişlik ve kalkınmışlık standartlarıyla açıkça çelişirken, aynı zamanda ironik bir biçimde, ülkede “mavi yakalılık” çağına bir geri dönüş olarak nitelendiriliyor.

İşin dogrusu, “mavi yaka” çağı geri gelmiş falan değil, geçtiğimiz yüzyılda kaldı…

Dünya, yeniliğin, uzmanlığın, teknolojinin belirleyici olduğu “bilgi çağı”nda yaşıyor

Oysa biz ülke olarak; sahip olduğumuz zihniyet yapısı, organizasyon anlayışı, teknoloji düzeyi ve üretim mantığıyla hala geçtiğimiz yüzyılda, hatta 19’uncu yüzyılda yaşıyoruz.

19’uncu ve 20’inci yüzyılın, yani “sanayi çağının;”
-Enerji kaynağı “kömür” ve “petrol,”
-Temel malzemeleri ve üretim çıktıları demir çelik mamülleri ve makineler,
-Organizasyon modeli, katı merkeziyetçi yapı ve hiyerarşik yönetim,
-Üretim modeli, standart kitle üretimi ve fabrika düzeni,
-İstihdam yapısı, fazla sayıda düşük vasıflı mavi yakalı işgücü,
-Popüler üretim alanları ve yaygın sektörleri; tekstil, ağır sanayi ve inşaat idi…

Oysa günümüzde, bilgi çağının;
-Enerji kaynağı, petrol ve yenilenebilir enerji,
-Temel malzemeleri; silikon, lityum ve değerli toprak elementleri,
-Üretim ve organizasyon modeli; esnek ve yassı örgütlenme, takım çalışması, kalite öncelikli üretim,
-İstihdam yapısı; yüksek nitelikli, beyaz yakalı ve giderek uzaktan çalışan işgücü,
-Popüler üretim alanları ve yaygın sektörleri; yazılım, malzeme teknolojileri, biyoteknoloji ve elektronik sanayii olarak karşımıza çıkıyor.

Bir ülkede, sözü edilen mesleklerin ve uzmanlık birikimine sahip çalışanların maaşları arasında bu yönde çelişki ve farklılıkların bulunması sıradan bir sonuç değildir.

Bu, bize o ülkede;
-İstihdamın yapısı, işgücü piyasasındaki arz ve talep dengesi,
-İşgücünün eğitim düzeyi ve verimliliği,
-Gelişme ve kalkınma durumu,
-Milli gelir,
-Ekonomik sektörlerin yapısı, kompozisyonu ve işleyişi,
-Bilim ve teknolojide gelinen nokta,
-Üretimin niteliği, yüksek “katma değer” ve “marka değeri” oluşturma gücü açısından hangi seviyede olduğuna dair açık bir fikir verir.

Yukarıda sıraladığımız kriterler çerçevesinde baktığımızda, Türkiye’de görünen tablo şudur:

-Ekonomimiz, bilgi ve teknoloji yerine, vasıfsız üretim temelli sektörlere dayanıyor.
-İş gücünün eğitimi, uzmanlık niteliği ve verimliliği, gelişmiş sanayi ülkesi standartlarına göre düşük seviyededir.
-Ülkemizin her ilinde, hatta ilçelerde bile üniversite açılması ve bunların her yıl yetersiz eğitim gören yüzbinlerce kişiye diploma vermesi, piyasanın talep ettiği sayının çok üzerinde mühendisin işsizler ordusuna katılmasına yol açıyor. Buna karşılık gençlerin kitlesel olarak yüksek öğretime yönelmesi, ara insan gücü ve el becerisi gerektiren alanlarda talebi karşılayacak düzeyde eleman yetişmemesine neden olmaktadır.
-Ülkemizde ekonominin lokomotifi inşaat sektörüdür ve bu sektörde işlerin yürütülmesi, mühendisten çok saha elemanlarına, el becerisi ve ustalık birikimi olan kişilere ve operatörlere bağlıdır.
-Üretim modelimiz düşük teknolojiye ve düşük katma değerli ürünlere dayalıdır. Bu modeldeki süreçlerde bilgi, yenilik ve uzmanlık geri plandadır.
-İnşaat sektörünün yanı sıra, yenilikçi ve rekabetçi niteliği düşük iç tüketim odaklı sektörler, düşük nitelikli işgücüne talebi arttırmakta; bu da usta, mekanikçi, kaynakçı ve operatör maaşlarının mühendislerden daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

Dışarıdan ithal edilen demir çelik, bakır alüminyum, petrokimya ürünleri vb stratejik üretim girdilerinin, ihracat geliri sağlayacak yüksek teknoloji esaslı ve katma değerli ürünlerin üretimi yerine, inşaat sektöründe (bina yapımında) kullanılarak tabir yerinde ise toprağa gömülmesi, bu sektörün düşük nitelikli işgücü gruplarına bağımlılığını artırıyor. Bu nedenle mühendislerin yenilikçi ve teknolojik çözüm sunma kapasiteleri yeterince değerlendirilemiyor, bu da onlara olan talebin ve dolayısıyla gelirlerinin düşük kalmasına yol açıyor..

Dünyada her sektörün önde gelen firmaları, rekabette artık geçmişte olduğu gibi çok sayıda kaba insan gücünü çalıştırarak, kaba malzemeleri işleyerek, yükte ağır pahada hafif ürünler üreterek öne geçmiyorlar.

Tasarım gücüyle, yüksek ve yenilikçi teknoloji ile, bilimsel araştırma ve geliştirme ile, marka gücü ve değeriyle, yüksek kaliteli ve yüksek katma değerli ürünler üreterek öne geçiyorlar.

Bizim yeterince değer vermediğimiz bilgi ve uzmanlık birikimine sahip elemanları, teknolojik tasarım, AR-GE ve nitelikli üretim alanlarında çalıştırarak onlara hakettikleri ücreti ödüyorlar. Buna karşılık, operatör, inşaat ustası, kaynakçı vb gibi ara işgücünü çok daha ucuz maliyetlerle azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerden sağlıyorlar.

Aldıkları uluslararası yapım ihalelerinin veya yüksek marka değeri altındaki üretimlerinin en kârlı bölümlerini kendilerine ayırıyor; zorlu, zahmetli, düşük nitelikli işgücü ile yapılabilecek ve dolayısıyla düşük kâr getiren bölümlerini, gelişmekte olan ülkelerin firmalarına alt sözleşmelerle devrediyorlar.

Benimsediğimiz, inşaat ve hizmet sektörü ağırlıklı ekonomik model;
-Dünya piyasalarıyla yeterince bütünleşememiştir.
-Yapısı itibariyle bilgiye, uzmanlığa ve yeniliğe fazla gerek duymamaktadır. Bu nedenle bilgi ekonomisine entegre olma potansiyeli düşüktür.
-Düşük teknolojik gelişme düzeyine sahiptir.
-Düşük katma değerli ürünler üretmektedir.
-Uluslararası güçlü markaları yoktur ve geliştirme şansı çok zayıftır.
-Zihin emeğinden çok, kol gücüne veya basit becerilere dayanmaktadır.

Bu nedenle, inşaat ve iç tüketim odaklı sektörlerin yaygın olduğu bizim gibi ülkelerde; üniversitelerimizin verdiği mühendis diploması, ne yazık ki bir kağıt parçası olmaktan öteye gidemiyor, yeterince değer ve talep görmüyor.

Üniversite diplomalarımızı değerli kılan; üniversite eğitiminin ne kadar yenilikçi olduğu, rekabetin gerektirdiği bilgi ve deneyimi ne ölçüde sağladığı, ülkenin kalkınma ve gelişmişlik düzeyinin ve üretim sektörlerinin ona ne kadar ihtiyaç duyduğu ve diploma sahiplerini ne kadar istihdam ettiğidir.

Ülkemiz ekonomisinin; inşaat ve emlak sektörüne, düşük nitelikli insan gücüne ve düşük katma değerli üretime dayalı modelden, bilgi ve yenilik odaklı üretim modeline dönüşümü sağlanmadıkça bu tablo fazla değişmeyecektir.

Ekonomi düşük katma değerli üretimle yoluna devam ederse, bilgi ve uzmanlığa dayalı meslekler gölgede kalmaya mahkûm olacak; bu da uzun vadede milli gelirin ve toplumsal refahın artışını sınırlandıracak ve ekonomik kalkınmayı yavaşlatacaktır.

YORUMLAR (26)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
26 Yorum