İzmir İktisat Kongresi’nin düşündürdükleri
Hafta içerisinde Hazine ve Maliye Bakanı İzmir’de düzenlediği basın toplantısında Altıncı İzmir İktisat Kongresi’nin, iktidarın jargonuyla, “lansmanını” yapmıştı.
Yeni Kongre, birincisinin yüzüncü yılında, yani 17 Şubat 2023 yılında düzenlenecekmiş.
Bakan kongre hakkında düşüncelerini ifade ederken, yine iktidarın felsefesine uygun biçimde konuyu “betona” bağlamış ve şöyle demiş: “Kongrenin düzenlendiği tarihi bina belediye tarafından yıktırılmıştı, yeniden inşa ediyoruz."
Bakan bu ifadesiyle bir taraftan muhalif belediyeye laf sokuşturmuş, diğer taraftan da kongre için inşa edilen binanın tanıtımını yapmış.
Bakan ilaveten şöyle demiş: “Onlar yıkıyor biz inşa ediyoruz.”
Bu iktidarın önemli bir özelliği ülkenin tapusunu kendi üstüne yapmasıdır. Ne demek “biz inşa ediyoruz?”
O binalar bizlerin, vergi mükelleflerinin parasıyla yapılıyor. Bu ne rahatlık?
Değerli okur konuyu dağıtmadan sadede geleyim.
Bakan konuşmasında 1923 yılında düzenlenen Birinci İktisat Kongresinde Atatürk’ün konuşmasından alıntılar yapmış. Ancak Bakan’ın konuşmasını hazırlayanlar Atatürk’ün konuşmasından ve dönemin koşullarından hiçbir şey anlamamış.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
NEDEN İKTİSAT KONGRESİ?
İlk kongre Lozan Barış Antlaşmasının görüşmelerine ara verildiği bir dönemde yapılmıştır. Çünkü İtilaf Devletleri görüşmelerde Türkiye’nin “iktisadi bağımsızlık mücadelesini” küçümsüyorlardı. Atatürk bu küçümsemeye karşı Kongrede bir cevap verilmesini istemişti.
İktisadi bağımsızlık milletin bir talebi olmalıydı. Nitekim öyle de oldu.
İkinci Kongre 1981 yılında yapıldı. Darbeciler, Kongreyi kendilerine meşruiyet sağlamak için düzenlemişlerdi.
Üçüncü Kongre’nin düzenlenmesi fikri kendisi de İzmir Milletvekili olan DPT’den sorumlu Bakan’dan çıkmıştı. Erken seçimler nedeniyle Bakan’ın partisi iktidarı kaybetti.
Demirel’in Başbakanlığında kurulan Koalisyon Hükümetinin atadığı DPT müsteşarı Kongreyi sahiplendi. Ne de olsa koalisyon partilerinin selefi olan partiler 1980 darbesiyle kapatılmış ve liderleri siyasetten yasaklanmıştı. 1992 yılında uluslararası katılımla yapılan bu Kongrenin yeni hükümete geniş bir meşruiyet kazandırması hedeflenmişti.
(Değerli okur bu kongrenin hazırlıklarında yoğun bir biçimde çalışmıştım. Uzun çalışma saatlerinde nikotin kullanımım dört pakete kadar çıkmıştı. Kongreden sonra illeti bıraktım Allah’tan. Bırakış o bırakış.)
2004 yılında yapılan Dördüncü Kongrenin bir gerekçesi de iktidarının başlangıcındaki AK Partinin iktisat politikalarına meşruiyet sağlamaktı.
2013 yılında düzenlenen Beşinci Kongrenin gerekçesini ben anlamadım.
Hele şimdi yapılacak Altıncısını hiç anlamadım. (Ayrıca önceki kongreler DPT tarafından düzenlenirdi. Bu seferki Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından düzenlenecekmiş.)
Geçen hafta yazdım. 12. Kalkınma Planı için Özel İhtisas Komisyonları (ÖİK) kurulmuştu. Bu komisyonlara 4 bin 500 makbul arkadaş katılmış.
Altıncı Kongreye katılacaklar ve lüks otellerde keyif çatacaklar, ÖİK’lardaki binlerce makbul arkadaştan farklı ne söyleyecekler Allah Aşkına?
Merak ettim gerçekten!
Kongre nasıl yapılır?
Değerli okur bu sorunun cevabını aramak için gelin Atatürk’ün Birinci Kongrede yaptığı konuşmaya bir göz atalım.
BİRİNCİ KONGRE
Atatürk öncelikle iktisadi bağımsızlığa çok önem veriyordu. İtilaf devletlerinin Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığına olan tahammülsüzlüğüne meydan okumuştu. Ara verilen Lozan görüşmelerine atfen şöyle demişti: “Ve hâlâ karşımızdakiler eski Osmanlı Devleti’nin tarihe geçtiğini ve bugün yeni Türkiye devletinin var olduğunu ve bu Türkiye devletini kuran milletin çok kararlı ve kahraman bir millet olduğunu ve bu milletin artık tam bağımsızlıktan ve milli hâkimiyetinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlamamışlardır.”
Osmanlı hayali kuranlar bunu sizler de bilin istedim.
Atatürk temsili demokrasiye çok önem veriyordu. Konuşmasında hiç Kongremiz dememişti. Hep Kongreniz demişti. Çünkü Kongre milletin kongresiydi.
ÖİK’ları organize eden zevat makbul ve makbul olmayan akademisyen yaklaşımıyla raporları milletin olmaktan çıkarmıştı.
Kongre organizatörleri sizler de Altıncı Kongreyi milletin olmaktan çıkaracak mısınız?
Evet, Atatürk temsile bağımsızlığa ve temsile gerçekten inanırdı.
Konuşmasında Türkiye’nin kurucu değerlerinin iki temel ilkeye dayandığını söylüyordu.
Birincisi Misak-ı Milli ruhudur. Bu ruh milletin tam bağımsızlığını ve bunun için de ekonomisinin gelişmesinin tüm engellerini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
İkincisi de temsili demokrasidir. Kurucu Önderimiz, Kurucu Anayasa’nın Osmanlı Devleti’nin öldüğünü idrak ve ifade eden bir kanun olduğunu söylemiş ve şöyle devam etmiştir: “Anayasa, artık ‘Türkiye halkı için tek temsilci, yasama ve yürütme yetkisini almış olan kendi meclisidir, Türkiye Büyük Millet Meclisidir diyen bir kanundur’ ve Babıâli (Saray) Hükûmeti yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini koyan kanundur.”
Atatürk temsili demokrasi konusundaki Anayasa hükümlerini şu şekilde yorumlamıştır: “Anayasa, bir özel madde ile Meclisin görevini de açıklar. O görevler ki, doğrudan doğruya milletin hukuk ve yetkisi iken yüzyıllarca şunun ve bunun elinde kalmıştır. Artık bu hukuk ve yetkinin hiçbir neden ve şekilde hiçbir makama ve kişiye bırakılamayacağını kesinlikle ifade etmek için bir özel madde koymuştur.”
Makbul akademisyenler yüzüncü yılında altıncısını yapacağınız Kongrede böyle bir ifade duyabilecek miyiz sizlerden?
Atatürk bilime çok önem verirdi. 12 yılı cephede geçen kısa hayatında okuduğu ve yazdığı kitaplar bunun tipik örneğidir.
Bu çerçevede kongre katılımcılarına Dünyanın kabul etmiş olduğu iktisat kurallarını takip etmelerini önermiş ve demiştir ki: “Sizler memleketin ihtiyacını ve milletin yeteneğini ve bunun karşısında bütün dünyada var olan çok kuvvetli iktisat teşkilâtına değer vererek, yapılması gereken önlemleri ve uygulaması gerekli olan bütün yenilikleri tam bir açıklıkla dile getirmelisiniz.”
9 tane kitap yazan bir Dünya Lideri, iktisat kitabı yazmak yerine dünya standartlarını işaret etmişti.
Atatürk borçlanma konusunda da çok hassastı.
Konuşmasında “taç sahipleri, büyük gösterişe, şana sahip olabilmek için, onu devam ettirebilmek, zevk ve tutkularını sağlayabilmek için her ne pahasına olursa olsun, gerekli parayı hazırlamak çaresine düşmüşlerdir. O çareler de, borçlanmalar oldu. O kadar çok borçlanmalar yapıyorlardı, o kadar kötü şartlar içinde borçlanmalar yapılıyordu ki, bunların faizleri de ödenemedi” demişti.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Osmanlıdan kalan dış borçları 1929-1954 arasında düzenli biçimde ödemiş ve sıfırlamıştır. 1929 yılında dış borçların bütçe içerisindeki payı % 45 idi. Sonraki yıllarda bu pay giderek düşmüştür.
Mevcut iktidarın iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’nin dış borç toplamı yaklaşık 132 milyar dolardı. 20 yıl sonra, 2022 yılında dış borç 2,4 kat arttı ve 442 milyar dolara ulaştı. Üstüne Cumhuriyetin kurduğu 63 milyar dolar değerindeki tesisler özelleştirme adı altında satıldı.
Kongreye katılacak makbul akademisyenler; dış borç artışlarının kaynaklarını Osmanlı Devletiyle karşılaştırmalı olarak tartışabilecek misiniz? Borç alan talimat da alır diyebilecek misiniz?
Hatırlarsınız Sayan Bakan katıldığı bir TV programında sunucuya gözlerine bakmasını söyleyerek “ekonomi gözlerdeki ışıktır” demişti.
Anlaşılan danışmanları Sayın Bakan’a Atatürk’ün ekonomi konusundaki düşüncelerini hatırlatmamışlar.
Olur. Ben hatırlatayım.
“İktisat diyoruz; fakat arkadaşlar, iktisat demek her şey demektir. Yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne gerekse onların tamamı demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, emek demektir, her şey demektir.”
“Arkadaşlar, bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün ilkeleri, bütün programları iktisat programından çıkmalıdır.”
“Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.”
Kongreye katılacak makbul iktisatçılar sizler de bilin istedim.
İyi pazarlar.