Doktorlar meselesi!
Eski Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel’e atfedilen bir söz vardır: “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz.”
Yetkililerin mesele etmediği, son mesele “doktorlar meselesidir.”
Sağlık Bakanlığı 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı açıkladı. Programın temel hedefi “yaşlılar ve yoksullar başta olmak üzere herkesin sağlık hizmetine erişmesiydi.”
Gelinen noktada bu hedefe ulaşmak mümkün olmadı maalesef. Türkiye’de sağlık hizmetlerinde önemli aksaklıklar yaşanıyor.
Yetkililerin de yönlendirmesiyle vatandaşlar resmi sağlık politikasındaki ve yönetimindeki aksaklıkları sorgulamak yerine, sağlık çalışanlarını sorgulamaktadır. Daha da ötesine giderek cezalandırmaktadır.
Sosyal medya platformu YouTube’a girip “doktor dövüyoruz” diye bir arama yaparsanız şu sokak röportajını izleyeceksiniz.
Bu röportajda vatandaş diyor ki: “Hatta hastanedeki görevliyi bile dövüyorlar. Baskı yapıyoruz artık, benim hastama bakmıyorsun diye. Benim en büyük zenginliğim bu artık.”
Değerli okur Sağlıkta Dönüşüm Programının başarısına ve vatandaşın cesaretine bir bakar mısınız Allah Aşkına.
Yeni Türkiye’de hastaların ve yakınlarının zenginliği sopa ve silah oldu. Sağlık çalışanlarının payına düşen ise tehdit ve dayak.
Değerli okur izin verirseniz yetkililerin ‘mesele’ etmediği ‘doktorlar meselesini’ biz ‘mesele’ edelim.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
DOKTORLAR NE DİYOR?
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim.
Her devirde tıp fakülteleri üniversiteye giriş sınavlarının zirvesi olmuştur. Tıp doktorları başarılı insanlardır. Halk sağlığının taşıyıcı kolonlarıdır. Bu nedenle de insan gibi yaşayacak bir geliri fazlasıyla hak ediyorlar. Sağlıklı olsunlar ki bizlerin sağlığına özen gösterebilsinler.
Ne yani şehir hastanelerinin müteahhitleri para kazanmak için sözleşmelere bin bir takla attıracaklar. Hastanede şifa dağıtan sağlık çalışanları özlük haklarını gündeme getirince paragöz olacaklar.
Bu tür bir yargılama liyakata, emeğe ve hakkaniyete karşı olması gereken saygıyla örtüşmez.
Kaldı ki doktorlar sadece özlük haklarını dillendirmiyorlar.
Aynı zamanda sağlık sistemindeki aksaklıkları, sağlıksızlık üreten hastaneleri, beş dakika muayene dayatmasını, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddeti ve sağlık sistemindeki başka bir sürü sorunu da gündeme getiriyorlar.
Sağlığına kavuşturmaya çalıştıkları hasta yakınları tarafından tehdit ediliyorlar. Dayak yiyorlar. Cimer’e şikayet ediliyorlar.
Üstelik bu ceremeyi her gün beş dakika içerisinde onlarca hastayı muayene etmek zorunda bırakıldıkları bir sistemde çekiyorlar. Evet, devlet hastanelerinde doktorlar beş dakikada bir hasta bakıyorlar. BEŞ DAKİKADA BİR.
Havsalanız alıyor mu?
Bu sorunlar giderek ağırlaştığı için kamu hizmetinden istifa ediyorlar. Kimileri çekip yurt dışına gidiyor.
Yetkililer doktorların dertlerini dinleyeceklerine, giderlerse gitsinler diyorlar.
Peki giderlerse halk sağlığı ne olacak?
DOKTOR MEVCUDUMUZ NEDİR?
Şekil 1’de OECD ülkeleri içerisinde bin kişiye düşen doktor sayısı gösterilmektedir.
Türkiye’de 2000 ve 2019 yıllarında bin kişiye düşen doktor sayısı sırasıyla 1,3 ve 2’dir.
Evet, zaman içerisinde Türkiye’de doktor sayısı artmıştır. Ancak diğer ülkelerde de artmıştır.
Değerli okur herhangi gösterge açısından bugün dünden iyi olmak anlamlı bir şey değildir. Marifet akran ülkelerinizden daha önde olabilmektir.
38 OECD ülkesinde 2000 yılında bin kişiye 2,7 doktor düşerken bu sayı 2019 yılında 3,6 olmuştur.
Türkiye doktor sayısı bakımından hem 2000 hem de 2019 yılında OECD ortalamasının çok altındadır. OECD ülkeleri içerisinde sondan altıncıdır.
Bizim sadece mevcut doktorlarımıza değil, başka daha pek çok doktora ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bu nedenle doktorlarımızın ayaklarına taş değmemesi için elimizden geleni yapmalıyız.
Yeter mi? Tabii ki yetmez.
Doktorlarımız sağlık hizmetini tek başlarına mı veriyorlar?
Tabii ki hayır!
DERDİMİZ SADECE DOKTORLAR MI?
Türkiye doktor sayısı açısından yetersiz de diğer sağlık çalışanları açısından yeterli mi sanki?
Sağlık çalışanı deyince doktorların yanı sıra doktorların elleri ayakları olan hemşireleri ve teknisyenleri de saymak gerekiyor. Şekil 2’de OECD ülkelerindeki bin kişiye düşen hemşire sayısı gösterilmektedir.
Türkiye’de bin kişiye 2,4 hemşire düşmektedir. OECD ortalaması ise 8,4’tür. (Türkiye’nin 3,5 katı.)
Hemşire sayısı açısından da Türkiye OECD ortalamasının çok altındadır ve 40 ülke içerisinde sondan dördüncüdür.
OECD’nin sağlık çalışanlarına ilişkin bir göstergesi daha var. Doktor başına düşen hemşire sayısı.
OECD ülkelerinde ortalamada doktor başına 2,6 hemşire düşerken, Türkiye’de 1,2 hemşire düşmektedir.
Değerli okur, sözün özü, bizim daha çok ve daha mutlu sağlık çalışanına ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu nedenle sağlık çalışanlarının özlük haklarına özel bir önem vermeliyiz.
Ancak sağlık harcamalarının finansmanı tarafından iyi haberler gelmiyor maalesef.
NİYE ÇÖZEMİYORUZ?
Sağlık Bakanlığı yıllık olarak sağlık istatistikleri yayımlamaktadır. Bu istatistiklerden birisi de yıllara göre kamu ve özel sağlık harcamalarıdır.
Mevcut hükümet iktidara gelmeden önce, 2002 yılında toplam sağlık harcamalarının GSYİH’ye oranı % 5,2 idi. Bunun % ,3,7’si kamuya, kalanı da özel sektöre ait.
Haziran 2007’de sağlıkta yeni bir dönem başlatıldı.
Bu tarihten önce özel hastaneler sadece emekli sandığı mensuplarını kabul ediyordu. Yeni dönemde Bağ-Kurlular ve SSK’lılar da üniversite hastaneleri dâhil Bakanlıkla sözleşmesi bulunan tüm hastanelere gidebilmeye başladı.
Sadece bu mu? Artık hastalar ek ücret ödemeyecekti. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) eskiden karşılamadığı birçok sağlık hizmetinin bedelini ödemeye başladı.
Düşünsenize annelerin tüp bebek, çocukların sünnet giderleri bile SGK tarafından karşılanıyordu.
E haliyle sağlık harcamaları da artmaya başladı.
2008 ve 2009 yıllarında sağlık harcamalarının GSYİH’ya oranı 5,8’e çıktı. 2009 yılında kamu sağlık harcamalarının GSYİH’ye oranı % 4,7 oldu. Rekor.
O dönemde bağımsız araştırmacılar ve sivil toplum kuruluşları sağlık harcamalarının finansmanının bu haliyle sürdürülemeyeceği ifade etmeye başladılar. Tabii ki dikkate alınmadılar.
Sağlık hizmeti herkesi kapsayacak kadar yaygınlaştırılmıştı, ancak arkasında sağlam bir finansman modeli bulunmuyordu.
Dikkatler tamamıyla tedavi edici sağlık hizmetlerine çevrilmişti. Önleyici sağlık hizmetleri göz ardı edilmişti. Hâlâ da ediliyor.
Nitekim sürdürülemez her durum gibi bu durum da sürdürülemedi.
2011 yılında kamu sağlık harcamaları/GYİH oranı % % 3,9’a geriledi.
O gün bugündür de geriliyor. Son yıllarda kamu sağlık harcamaları 2002 yılının çok altında seyrediyor.
Bu arada Sağlık Bakanlığı bütçesinin ödeneklerine yeni bir kardeş geldi: Şehir hastaneleri.
Değerli okur Bakanlık bütçesinin % 20’si şehir hastanelerine yapılacak ödemelere tahsis ediliyor.
Biricik müteahhitlerine cömertçe ödemeler yapılırken, sağlık çalışanlarının özlük haklarına da bir şey kalmıyor tabii ki.
İyi pazarlar.
Not: 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor ve tüm sağlık çalışanlarına şükranlarımı sunuyorum.