Zam yağmuru neden?
Yağmur gibi yağmakta olan zamların bir kısmı deprem yaralarını sarmak içindir ve haklıdır. Fakat daha büyük kısmı, iktidarın seçim kazanmak için uyguladığı popülist politikaların faturasıdır.
Bloomberg haberine göre, seçimlerden önce, Aralık 2021’den Mayıs 2023’e yani bir buçuk yılda Merkez Bankası ‘arka kapıdan’ 199 milyar dolar satmış, rezervler swap hariç eksi 61 milyar dolara düşmüştü. (13 Haziran 2023)
Bütçe açığı da rekordu… Meclis tatile girmeden, 15 Temmuz’da ek bütçeyi kabul etti. Bütün tarihimizde ilk defa bir hükümet iki yıl üst üste ek bütçe çıkarıyordu! Böylece 1 trilyon 119 milyar 514 milyon liraya ulaşan bütçenin yine bir sebebi depremdi, ama daha büyük sebebi secim ekonomisi, popülist “müjdeler” yağmuru idi.
KRİZLER NEDEN ÇIKAR?
Asıl görmemiz gereken sorun, sistemdeki bozulmadır. Bütün politikacılar seçim kazanma uğruna popülist harcamalara, “müjdeler” saçmaya teşnedir.
Bizde 1990’ların “kayıp yıllar” olarak tarihe geçmesinin sebebi de aynıdır. Merhum Demirel’in pancar fiyatları için söylediği “onlar ne verirse ben 5 lira fazlasını vereceğim” sözüyle başlayan bütçe açıkları, kamu bankalarının ölçüsüz kredileri ve ağırlaşan döviz sıkıntısıyla Türkiye 1994’te krize girmiş, bunu üst üste 2000 ve 2001 krizleri izlemişti.
Prof. Haydar Kazgan’a göre 1990 yılında 21 milyar lira olan emisyonun 1994’te 120 milyar liraya fırlaması, para matbaasının nasıl deliler gibi çalıştırıldığını gösterir.
Bunu önleyecek kurallar da kurumlar da güçsüzdü. Merkez Bankası politikacıya “hayır” diyemiyordu, çünkü bağımsız değildi.
1990’lı yıllar popülizm ve koalisyonlar yüzünden “kayıp yıllar”dır.
Son on yılımız ise, özellikle de 2018’den itibaren CB sistemi döneminde yine popülizm yüzünden ve bu defa karar alamayan değil, ani ve keyfi kararlar alan iktidar yüzünden “kayıp yıllar” yaşıyoruz.
YİRMİ YIL, İKİ SİSTEM
Sayın Erdoğan’ın ilk on yılının başarılı olduğunu ısrarla yazıyorum. Amacım “keramet”in kişilerde değil, “rasyonel zemin”de olduğunu anlatmak.
2001 yılında Kemal Derviş reformlarıyla Merkez Bankası bağımsızlaştırıldı. Kamu bankaları ve bütçe açıkları disipline sokuldu. Kamu bürokrasisinde liyakat sağlandı. Dünya Bankası ve bilhassa IMF’den yüzde 1 dolayındaki faizle 48 milyar dolar kredi alındı. “IMF denetimi” denilen şey, reform programının uygulanmasını denetlemektir.
Erdoğan iktidarı bunu aynen sürdürdü. Üstüne AB politikalarını ekledi. On senede Türkiye yaklaşık yılda 1000 dolar kişi başı gelir artışını başardı.
Kurumlarda da liyakatli kadrolar vardı. Durmuş Yılmaz, Erdem Başçı, İbrahim Çanakçı, Cavit Dağdaş, Birol Aydemir, Naci Ağbal, İbrahim Turhan, Hakan Kara gibi…
IMF ile ilişkiler 2008’de bitti, IMF denetimi sona erdi.
2010’da Ali Babacan bütçe açıklarını kanunla sınırlamak için “Mali Kural Kanunu”nu önerdi, fakat Erdoğan’ın talimatıyla Meclis’ten geri döndü. (17 Mayıs 2010)
İktisatçı Prof. Seyfettin Gürsel, “Mali Kural yasalaşsaydı, seçim ekonomisine izin vermezdi” diye yazar.
2014’ten itibaren Erdoğan Merkez Bankası’na “faizi indirin” baskısı yapmaya başladı… Nihayet CB sisteminde 3 Sayılı CB kararnamesiyle Merkez Bankası’nın bağımsızlığı sona erdi. (10 Temmuz 2018)
KURALLAR KURUMLAR
Artık bütçe açığı da Merkez Bankası’nın kaynakları da faiz kararları da Erdoğan’ın emrindedir. Durduracak kural da yoktur, hayır diyecek bir kurum da.
Türkiye, kurumların güçsüzlüğü bakımından 1990’lı yıllara dönmüş durumda. Sonuç da aynı oldu: Aşırı bütçe açıkları, aşırı cari açık, tırmanan döviz, yüksek borç, kamu bankalarının ‘genişleyen’ kredi politikaları, nihayet Merkez Bankası’nın para matbaası!
İlk on yılda yükselen kişi başı gelirimiz son on yılda düştü.
Şimdi hükümet bütçe açığını kapatmak için zam yağmuru yağdırıyor, döviz açığını kapatmak için de ful kadro Körfez ülkelerini ziyaret ediyor…
Kral yahut Prens ve Şeyhler evet derse sermaye gelir; nelere talip olurlar, nasıl yaparlar bilmiyorum.
Ama değil Erdoğan, Şimşek ve Erkan bile Batı’ya gitmiyor. Çünkü çok iyi bilerler ki Batı sermayesi siyasetin emriyle gelmez; piyasayı, kurumları, kuralları uygun bulursa gelir. Doğrusu da siyasetle değil, piyasa kurallarıyla sermaye gelmesidir.
1980 Özal reformları, 2001 Derviş reformları, böyle yapısal reformlar yapmadan çok zor. Ufukta da yapısal reform gözükmüyor, henüz diyelim bari.