Neden hâlâ sürünüyoruz?
Bütün demokrasi tarihimizde iktidarlar şu veya bu ölçüde popülizm yaptı, yani ekonomiyi uzun vadeli verimlilik hesaplarının yanında, kısa vadeli seçim hesaplarıyla yönettiler. Bunun dereceleri oldu. Fakat hiçbir iktidar, seçim ekonomisini Erdoğan kadar aşırıya götürmemişti.
Şunu da söyleyeyim ki, her aşırı popülizm ağır krizlere yol açtı, bugünkü emsali görülmemiş popülizmin faturası da seçimlerden sonra ay be ay, yıl be yıl karşımıza çıkacak.
Erdoğan’ın “müjdeler”i, karşımıza büyüyen bütçe açıkları, şahlanan enflasyon, yükselen kur ve faiz, kabaran iç ve dış borçlarla, büyüyen cari açıkla karşımıza gelecek…
Ve Türkiye “orta gelir” tuzağında debelenmeye devam edecek. En vahimi bu. Yüz elli yıldan beri olduğu gibi.
YETER Kİ SEÇİMLERİ KAZANSIN
2023 bütçesinde zaten 660 milyar TL açık öngörülmüştü, ilk iki ayda açık 203 milyarı buldu. Bunun içinde, Erdoğan’ın Mart ayında açıkladığı ve seçimlere kadar açıklayacağı “müjdeler” yok… Devam eden deprem harcamaları yok... En düşük emekli maaşına yapılan 120 milyar liralık zam yok! Dünyada petrol fiyatları yükselme eğilimine girerken önceki gün gaz ve elektrik fiyatlarında yapılan indirimlerin bütçeye getireceği nice milyarlarca lira yük yok!
Cari açık bir yılda yüzde 42 arttı, bunun cumhuriyet tarihinde örneği yok.
Yeter ki Erdoğan seçim kazansın!
Hamaset yaparak, dış güçler gibi hayali öcüler göstererek sorunları unutturmak eskisi kadar olmasa da hala mümkün!
Seçimden sonra faturasını milletçe ekmeğimiz daha da küçülerek, gelir dağılımı daha bozularak, dünyadaki sıramız daha da aşağıya inerek ödeyeceğiz.
Bu, iktisat tarihimizin adeta bir klasiği… Reform, büyüme ve ardından popülizm, enflasyon ve küçülme! En ağırını bu dönemde yaşıyoruz.
POPÜLİZM KLASİĞİ
Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980 reformlarıyla Türkiye ihracata dönük piyasa ekonomisine geçti. Kurumların eksikliği önemli bir sorundu yine de ekonomi on yılda 4.7 büyüdü.
1991’de iktidara gelen DYP-SHP koalisyonu, Demirel’in unutulmaz popülizmi “onlar ne verirse ben kilo başına elli kuruş fazla vereceğim” sloganı ve “genç emeklilik” faciası dengeleri kökten bozdu. Çiller koalisyonu baştayken Türkiye 1994 krizine sürüklendi, ekonomi -6.1 küçüldü.
Bunu, Ecevit koalisyonu döneminde 1999 depremi, 2000 ve 2001 krizleri izledi.
Kitaplarda yüz yıldır yazmakla beraber, yaşayarak şunları öğrenmiştik:
• Para politikaları milletin ekmeğidir, politikacının oy hırsına bırakılmamalı, Merkez Bankası bağımsız olmalı. (Nobelli iktisatçılar Kyndland ve Prescokk’un ‘zaman tutarsızlık’ teorisi.)
• Oy için yapılan verimsiz yatırımlar, yandaşa verilen ihaleler israf ve yolsuzluk yaratıyor. Kamu ihalelerini şeffaf ve bağımsız bir kurum yapmalı.
• Kamu Bankaları bankacılık kurallarıyla çalışmalı, “görev zararı” israf önlenmelidir.
• Bütçe açığı politikacıya popülizm imkanı veriyor, ‘Mali Kural Kanunu’ çıkarılarak önlenmeli.
Liste böyle devam eder…
REFORM-KRİZ SARMALI
2001 krizinde, Kemal Derviş reformlarıyla çıkarılan 15 kanun böyle bir ekonomik kurumlaşma sağlıyordu. Sadece “Mali Kural” yoktu.
Ali Babacan 2010 yılının Mayıs’ında “Mali Kural Kanunu”nu Meclis’e getirdi, tam görüşülecekten Erdoğan telefonla durdurdu. Bununla yetinmedi. 2014’ten itibaren Merkez Bankası’nı hakaretlere varan sözlerle baskı altına aldı. CB Sisteminde 3 Sayılı CB Kararnamesi’nin verdiği denetimsiz yetkilerle, 2001 reformlarının tamamı kağıt üzerinde kaldı: Para basmak serbest, bütçe açığı serbest, İhale Kanunu yok hükmünde, kamu bankaları siyasetin emrinde, liyakat şartları yerlerde, “128 Milyar dolar” olayları vs. vs.
Dahası, hükümet; sınanmamış, teorisi yapılmamış, bu bakımdan tutarsız bir ‘ekonomi modeli’ uyguladığı için, bir konuda aldığı tedbir diğer konularda hasar yaratıyor: Dövizi dizginlemek için KKM’ye 180 milyar TL veriyorsunuz, hem bütçe açığı artıyor hem dış açık…
Niye Uzak Doğu’nun performansını gösteremiyoruz, açık değil mi?
İktisat hayatımıza kurumlar ve kullardan çok, politikacının seçim hesapları yön veriyor.
Reform-kriz sarmalından çıkmalıyız artık.
Kral değil, sağlam kurallar ve güçlü kurumlar lazım. Kişilere, simgelere zihinsel bağımlıktan kurtulup bunu kavradığımız zaman gelişmiş ülke olma yoluna istikrarlı bir şekilde gireceğiz.