İstibdat karşısında Mehmet Akif
Büyük şair ve düşünür Mehmet Akif’i vefatının 83. Yıldönümünde rahmet ve saygıyla anıyorum. Bugüne kadar Mehmet Akif’i hep “milli ve manevi değerler” açısından okuduk. Eleştirenler, hele de aşağılayanlar “inkılapçılık” gözlüğüyle baktılar.
Son zamanlarda bir moda daha çıktı; Abdülhamid’i eleştirdiği için Mehmet Akif’i suçlamak!
Hatta ‘Prof’ unvanlı bir yazar, Abdülhamid’e karşı çıktığı ve Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçtiği için Akif’i “İngilizlere hizmeti geçmiş” olmakla suçladı!
Hiçbir tarihi belgeye ve gerçeğe dayanmayan bu tür seviyesiz ve bağnaz suçlamalarda bulunanlar “İngiliz muhipleri”ni İstanbul’da arasalar gerçek bir tarihçi gibi davranırlardı.
Bu bakışlar, yeni nesilleri hür düşünceye değil, istibdatlardan istibdat seçmeye teşvik ediyor! Hürriyeti seçmek niye aklımıza gelmiyor?
SAFAHAT KRONOLOJİSİ
Akif’in eserleri sultani istibdat döneminde de inkılapçı istibdat döneminde de yayımlanamadı.
Safahat’ın yayın yıllarına bakalım, hepsi Abdülhamid’den sonra yayınlandı:
1911: Safahat, birinci kitap.
1912: Süleymaniye Kürsüsünde.
1913: Hakkın Sesleri.
1914: Fatih Kürsüsünde.
1917: Hatıralar.
1914: Âsım.
1933: Gölgeler, Kahire’de Türkçe olarak basıldı.
1943: Safahat, 1928’deki harf inkılabından sonra Safahat’ın yeni harflerle ilk baskısı.
Mehmet Akif’in Sırat-ı Müstakim dergisi de Meşrutiyet ilan edildikten sonra 27 Ağustos 1908’den itibaren yayınlanmıştı. Bu değerli eserler Abdülhamid döneminde yayımlanamamıştır.
AMA HANGİ İSTİBDAT?
Abdülhamid’in diplomatça dış politikası ve modern eğitimi yaygınlaştırmada hizmetleri inkar edilemez fakat…
Yüksek mekteplerde bile “Tarih-i Umumi” derslerini yasaklattığını, Mecelle Cemiyetini dağıtarak Mecelle’nin eksik kalmasına yol açtığını, 19. Asırdaki İslam aydınlanmasının önderlerinden Tunuslu Hayrettin Paşa’nın “Akvem’ül Mesalih” adlı eserini üstelik Paşa sadrazamken toplattırdığını unutmayalım.
Abdülhamid döneminde İslamcı düşünce de baskı altındadır, durgunluk içindedir. Meşrutiyet’te demokratik değerlerle canlanacaktır.
Cumhuriyet döneminde Ahmet Emin ve Hüseyin Cahit gibi laik yazarların da belirttiği üzere, Takrir-i Sükûn dönemi bir “dehşet dönemi”ydi. Keyfi tutuklama ve keyfi idamlar bittikten sonra da sıkı rejim devam etti.
Kemalizmin ‘Üçüncü Dünyacı’ yorumunu yapan Kadro dergisi bile susturuldu.
Bütün otoriter siyasi iktidarlar sadece siyasi gücü değil, zihinleri de tekeline almak isterler. Bunun neticesi iktidardaki fikrin de cılızlaşmasıdır.
Şevket Süreyya ve Yakup Kadri gibi samimi Atatürkçü düşünürler kitaplarında hep ‘fikir boşluğundan, sistemsizlikten’ yakınırlar.
Fakat özgürlük deyince sizden bizden ayırımı olamaz. Meşrutiyet devrinde Akif’in kitapları yayınlanınca Tevfik Fikret’in kitabı da yayınlandı.
Cumhuriyet devrinde, doğal evrim süreci demokrasi olduğu için Safahat yayınlanmaya başlayınca artık Kazım Karabekir’in yakılan kitabı da yayınlanacaktı…
Özgürlüğün hâlâ tamamlayamadığımız uzun yolu…
HANGİ İNSAN TİPİ?
Abdülhamid’i de Atatürk’ü de siyaseten savunmak mümkündür: Abdülhamid dağılan bir imparatorluğu tutmaya çalışıyordu… Atatürk inkılapları yerleştirmeye çalışıyordu…
Doğru ama netice fikirlerin canlığını kaybetmesi, edilgen davranışların yaygınlaşması oldu.
Uzun istibdat asırlarının nasıl uydu bir insan tipi ortaya çıktığını büyük Âkif’in şu mısralarında da görebiliriz:
Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak,
Kendi âsudeyse, dünya yansa baş kaldırmamak
Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehaşi etmemek
Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek
***
Enseden aslan kesilmek, cepheden yaltak kedi
Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi
Evet, “kuvvetin meddahı” olmak! Bendelerin şark ahlakı!
Tarihin o devirleri kendi şartlarıyla birlikte geride kaldı. Bugün Türkiye’nin uydu insan tipine değil, ‘özgür insan’ tipine ihtiyacı var. Bunun yolu ülkede ufuk acıcı diri bir fikir hayatının gelişmesidir.
O zaman hem daha adil ve hür, hem daha güçlü oluruz. Büyük Akif’in dediği gibi:
Adam mısın, ebediyyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni kimsecik sürükleyemez.