Facia ve kader
Amasra’daki maden faciası Türkiye’yi yasa boğdu. Bu satırlar yazılırken can kaybı 41, hayati tehlikesi devam eden yaralı sayısı 6’ydı…
Vefat edenlere Allah rahmet, yaralılara acil şifa diliyorum; ailelerin acısını paylaşıyorum.
Oğullar, kardeşler ve babalar toprak altında can verdi.
Helal rızk yolunda hayatını kaybedenlerin hepsi, itikadımızca şehittir.
Yener Saygın 6 arkadaşını kurtarmış, kendisi de kurtulmuştu; kalan arkadaşlarını kurtarmak için tekrar ocağa daldı ve bir daha çıkamadı… Gerçek bir kahramanlık örneği…
İHMAL VE TEDBİRSİZLİK
İhmal ve tedbirsizlik olduğuna dair ciddi şüphe sebepleri var. Şehitlerden Şaban Yıldırım geçen hafta “ocakta gaz kokusu var. Bizi dışarıya çıkarıp temizleyeceklermiş” diye konuşmuştu…
Sayıştay’ın 2019 raporunda “madende eksi 300 metreye ulaşıldığı, çalışılan damarlarda gaz içeriklerinin yüksek olduğu” belirtiliyor; “ani gaz salınımı ve grizu nedeniyle patlama riski artıyor” diyerek uyarı yapılıyordu…
Maden kazalarının sıklığı da dikkat çekici.
Ve idari özensizlik… Taşkömürü Genel Müdürü ve Genel Müdür Yardımcısı, ikisi de daha önce çeşitli ocaklardaki patlamada sorumlu görüldüğü için hapse mahkûm edilmiş, cezaları paraya çevrilmiş… Niye Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcısı yapılmışlar?
Bu tür ödüllendirmeler en azından tedbirde dikkatsizliği, özensizliği teşvik etmez mi? Nerede “liyakat” ilkesi?..
İş olacağına varır, ya da ‘kader neyse o olur’ diye düşünülebilir mi?
‘KADER PLANI’
Soma faciasındaki “bu işin fıtratında var” sözüyle hatırlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu defa benzer bir anlayışla şöyle konuştu:
“Elbette bu patlamanın nasıl yaşandığı ve sorumluların kimler olduğu yürütülecek idari ve adli soruşturma ile ortaya çıkacak. Biz kader planına inandığımız için bunun ne dünü bugünü ne de yarını olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır. Bunu da bilmemiz lazım.”
Allah Müslümanlara hastalıklardan, kötü beslenmeden, depremlerden, kazalardan, mezhep kavgalarından daha çok ölmek gibi bir “kader” mi yazdı?! Niye gelişmiş ülkelerde bunlar olmuyor veya daha az…
Mesele “kader” değil de eski büyük İslam alimlerinin “âdetullah” (Allah’ın değişmez kanunları) dedikleri evren ve doğa kanunlarıyla, insan aklının işlev dozuyla ilgili olamaz mı?
En çok depremlerin, kuraklığın, sellerin olduğu coğrafyalarda çokça Müslüman ülkeler var; sebep arzın jeolojik yapısı değil mi? Ama Japonlar bilimle üstesinden geliyorlar.
EMEVİ KADERCİLİĞİ
Hayatta olup biten her şey, önceden bir “kader planı”na yazılmış da biz insanlar iradesiz, dolayısıyla sorumsuz ve elinden bir şey gelmeyen figüranlar mıyız? Öyle isek nasıl sorumlu tutulacağız?
Eski Milli Eğitim Bakanı akademisyen Hüseyin Çelik bu anlayışa itiraz ediyor:
“Önce, en ince detayına kadar tedbir, sonra tevekkül ve takdire teslimiyet… Bizim kader anlayışımız ne yazık ki, daha çok Emeviler’in ‘Cebriyeci’ kader anlayışını andırıyor.”
Çelik, Mehmet Akif’in şiirini de açıklamasına ekledi.
Cebriye, yani her fiilimizin önceden yazılmış kaderin bize cebrettiği hareketler olduğunu savunan inanış...
Diyanet İslam Ansiklopedisi şöyle yazıyor:
“Bazılarının telakkisine göre Emevî saltanatını kuran Muaviye, icraatını meşrulaştırmak amacıyla kader inancını cebir doğrultusunda yorumlayarak kendisini devlet başkanı yapanın ve icraatını yaratanın Allah olduğunu, dolayısıyla bütün işlerinde isabetli davrandığının kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu cebirci görüş…”
Bu konuda Mustafa İslamoğlu’nun “Hasan el-Basri’nin Kader Risalesi Şerhi”ni okumak lazım. Cebriyeci kader anlayışını eleştirir, insan iradesinin hürlüğünü savunan bir risaledir.
İslamoğlu, “Kuran, cahiliye kaderciliğini reddederek ona karşı insanın ahlaki sorumluluğunu savundu…Cahiliye kaderciliği Emeviler eliyle yeniden üretildi” diyor. Muaviye ve diğer Emevi hükümdarlarının “Allah benim sizin başınıza geçmemi irade etmiştir!” gibi sözlerinden örnekler veriyor. (sf. 35 vd)
Allah beni başa getirdi, ya da getirecek, bu kaderdir… İtaat da sizin kaderiniz!
Siyasette ne kadar elverişli değil mi? Müstebit hükümdarlar fıkıhta kamu hukukunun gelişmesini engellediler de bilimi geliştirecek hür düşünceyi engellemediler mi?
El-Kindilerin, İbni Sinaların, Farabilerin bilim zihniyetinin 12. asırdan sonra sönmesinde ve Müslümanların ‘az gelişmiş ülke’ olmasında bunun sorumluluğu az değildir.