Erdoğan ve Nebati
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarında hep polemik önemli bir yer tutuyor. Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’nin konuşmalarında da tabii bu unsurlar var fakat üslubu ölçülü. İçinden geleni, doğru bildiğini söylüyor…
Cumhurbaşkanı defalarca “ekonomimize saldırılar olduğunu” söyledi… Ama Nebati’nin açıklaması şöyle:
“Dışarıdan herhangi bir saldırı yok, çok net söylüyorum. İçeride birkaç manüplatif, spekülatif işlem var.” (13 Aralık 2021)
Öyle ya, bu çağda bir ekonominin batması o ekonomiyle ticaret yapan, o ekonomiye para yatırmış, borç vermiş bütün ekonomilere zarar verir. Türkiye en çok Batılılardan borç ve yatırım aldığına ve ticaretini en çok Batılı ekonomilerle yaptığına göre, ekonomimizi niye batırmak istesinler.
Bu dış güçler söylemi evet milli heyecan yaratıyor ama siyasi hataların üstünü örtüyor, yanlışlar sürüp gidiyor...
‘ENFLASYONLA BÜYÜME’
Bakan Nebati’nin şu açıklaması da son derece önemli ve gerçeğin tam ifadesi:
“Dövizi düşürmek için yüksek faiz artışı yapabilirdik. Ama o zaman üretim bundan olumsuz etkilenirdi. Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik...” (6 Haziran 2002)
Yüksek faiz zaten geçici bir “acı ilaç”tır, ondan sonra sağlıklı büyüme yoluna girilir. 2001’de Kemal Derviş’in verdiği “acı ilaç”la bir yılda ayağa kalkan ekonomiyi AK Parti devralmış ve devam ettirmişti.
İlaç (reform) yerine iktidarın tercih ettiği “enflasyonla büyüme” iktisat literatüründe büyük bir yer tutar; fakültelerde okutulur.
Bugün Türkiye’nin en güncel iktisadi sorunu da bu “enflasyonla büyüme” politikasıdır.
Gerçi Cumhurbaşkanı “enflasyon yok, hayat pahalılığı var” diyor ama hayat pahalılığının sebebi enflasyondur; ekonominin şişirilmiş olması… İkisinin anlamı aynıdır netice itibariyle.
Savaş gibi istisnai hallerdeki aşırı harcamalar bir kenara, iktidarlar seçim kazanmak için tüketim ve rantı körükleyerek ekonomiyi şişiriyorlarsa enflasyon patlıyor. Türkiye’de 1980, 1994 ve 2001 krizlerinin de bugünkü krizin de sebebi geneli itibariyle bu.
TARİHİN DERSİ
1994 yılında Başbakan Tansu Çiller’le Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin arasındaki kavganın da konusu buydu. Sonunda, her ikisi de saygın iktisatçı Prof. Oktay Yenal’dan rapor istediler.
BM tarafından Hindistan ekonomisi incelemeye gönderilmiş olan merhum Prof. Yenal derhal Türkiye’ye geldi. İki hafta çalışarak Çiller ve Gültekin’e sunduğu uzun raporda, Prof. Yenal sıkı para ve yapısal reform vurgusu yaparak şöyle diyordu:
“Unutmamak gerekir ki, dünyada kalkınmasını yüzde 60-70 enflasyonla sürdürebilmiş ve sonunda yumuşak iniş yapabilmiş ülke yoktur…”
1994 krizi, sebepleri, Çiller-Gültekin çatışması ve ‘laf dinlemeyen’ Gültekin’in istifası ve Yenal raporunun ayrıntılarını benim “Laf Dinlemedi” adlı kitabımda görebilirsiniz.
Bugün de “enflasyonla büyüme” politikası izleniyor! Ama “sonunda yumuşak iniş” mümkün olacak mı diye ciddi endişeler var: Bompalanan bütçe giderleriyle, şimdiden 80 milyar liraya çıkan Kur Korumalı Mevduat yüküyle, artmaya devam eden döviz kurlarıyla, yüzde 8 dolar faiziyle ve sanılanın aksine büyüyen cari açıkla nereye gidiyoruz; “yumuşak iniş” mümkün olacak mı?!
Amacım polemik değil, bu soru hepimizin ekmeğiyle ve ülkemizin itibarıyla ilgili.
YUMUŞAK İNİŞ?
Dış güçler, mandacı iktisatçılar gibi sözler tabanda bir süre psikolojik etki yapsa da maddi gerçekleri değiştirmiyor.
Erdoğan, bugün ‘mandacı iktisatçılar’ dediği politikaları kendisi on yıl süreyle başarıyla uygulamıştı. 2020 son baharında “faiz acı ilaçtır” diyen de kendisiydi (21 Kasım) Enflasyon beklentisi, piyasa faizi ve risk pirimi aşağıya yönelmişti… Dört ayda vazgeçildi, bugünkü “enflasyonlu büyüme” yoluna tekrar girildi…
Öyle bir safhaya gelindi ki, Merkez Bankası eski başekonomisti Prof. Hakan Kara “artık tek başına faiz yetmez, bütüncül bir program lazım” diyor. (27 Mayıs 2022)
Hükümet seçim kaygısıyla “acı ilaç”tan caydı, ekonomide artık “ameliyat” şart; Özal ve Derviş’in yapısal reformları gibi.
Yoksa, “yumuşak iniş”in mümkün olamamasından hepimiz korkmalıyız. İktidar, dünyanın değer verdiği gerçek ekonomistleri dinlemeli mutlaka.