Değirmenin suyu?
Memur maaşlarına yüzde yüz zam yapılacakmış. Bunun için 2023 bütçesinde personel giderleri 1 trilyon 6 milyar liraya çıkarılmış. Kabaca bütçenin dörtte biri personel harcamalarına gidecek.
İyi de seçim öncesi daha da artırılan harcamaların yeterli kaynağı var mı?
Seçim ekonomisiyle, popülist politikalarla 2011’den sonra adım adım, CB sistemine girdikten sonra da hızla, tüketimi körükleyerek, 128 milyar doları, Merkez Bankası’nın ihtiyaç akçelerini bile harcayarak ekonomiyi krize sürükleyen iktidar, şimdi 2023 seçimleri için kesenin ağzını daha da açıyor.
Tüketimi körüklemek?.. Bu benim iftiram değil. İktidarın Temmuz 2019’da yasalaştırdığı 11. Kalkınma Planı’na göre, 2014-2018 arasında yüzde 4.9 oranındaki büyümenin 3’ü tüketimin körüklenmesinden geliyordu. 1.9’u ise yatırım ve ihracattan. (Paragraf 131)
Sağlıklı bir ekonomide en az yarı yarıya olmalıydı. O yıllardaki tüketim popülizminin ceremesini şimdi enflasyonla, yoksullaşmayla çekiyoruz.
Seçim popülizminin ceremesi de seçimlerden sonra ortaya çıkacak.
1990’LARDAN DERSLER
1992’de iktidara gelen merhum Süleyman Demirel – Erdal İnönü hükümeti de “baba versin” beklentileriyle kesenin ağzını açmış, SSK’nın çökmesine, dış ticaret ve bütçe açıklarının büyümesine sebep olmuştu. Bunu önleyerek ülkenin gelecek yıllarını kurtarmak isteyen Cumhurbaşkanı Özal’ın, popülist dildeki unvanı “Çankaya şişmanı, işçi düşmanı” idi!
İktidar para dağıtıyordu! Emisyon hacmi 1991 yılında 21 milyar 288 milyar liraydı; 1994 yılında emisyon 120 milyar 212 milyon liraya fırlayacaktı!
Moody’s ve S&P gibi kuruluşların Türkiye’nin puanını düşürmesi iktidarı uyarmaya yetmemişti.
Bu kadar şişirilen balon, ne olur? Patlar!.. 1994 krizi!..
Türkiye 2001’yılına kadar sürecek popülizm – enflasyon – devalüasyon sarmalına kapılmıştı.
Tekraren hatırlatmak istiyorum, dünyaca saygın Türk iktisatçı Oktay Yenal, Başbakan Çiller’e verdiği uzun raporda şöyle diyordu:
“Unutmamak gerekir ki dünyada kalkınmasını yüzde 60-70 enflasyonla sürdürebilmiş ve sonunda yumuşak iniş yapabilmiş ülke yoktur.”
Yenal’ın raporu hakkında benim “Laf Dinlemedi” kitabımda geniş bilgi bulabilirsiniz.
‘EPİSTEMOLOJİK KOPUŞ
Bugün, iktisat biliminden ayrılmayı “epistemolojik kopuş” diye iftiharla ilan edenler, aynı “enflasyonlu büyüme” yolunda yürüyorlar.
2022 bütçe giderleri 2 triyon 750 milyar lira olarak hazırlandığı halde 2023 bütçe giderlerinin ise 4 trilyon 470 milyar lira olarak hazırlanması, bütçe açığının 660 milyar liraya çıkması da bu şişmenin rakamlarıdır.
Evet, “nas var nas” ama 2023 bütçesinde faize ayrılan para 565 milyar liradır. Bu da Türkiye’nin nasıl borçlandığının rakamıdır.
Aynı zamanda, 90’lı yıllarda olduğu gibi cari açık büyümeye devam ediyor. Eylül sonunda 40 milyar doları aşmıştı.
Ve, Fitch “Türkiye, kur risklerine karşı en kırılgan ülke” açıklaması yaptı! (12 Ekim)
Kur riskini frenlemek için Kur Korumalı Mevduat uygulaması yapılıyor ama KKM’nin 7 aylık maliyeti 88 milyar lira oldu; nereye kadar?
Merkez Bankası kısa vadeli dış borç stokunun 185.9 milyar dolar olduğunu açıkladı…
Elde sarf edilecek “128 milyar dolar” da kalmadı…
90’lardaki gibi şeçim kazanmak için ona ver, buna ver… Değirmenin suyu nereden gelecek?
SEÇİMLERDEN SONRA
Erdoğan’ın seçim kazanması zor, fakat kim kazanırsa kazansın, seçim sonrasındaki birkaç yıl içinde Türkiye ateş topuna dönmüş bir ekonomiyi kucağında bulacak. Zira kullanılabilir kaynaklar daralıyor.
İktidar haklı olarak sürekli dış kaynak arıyor, ama olmuyor... Çünkü “epistemolojik kopuş” gerçeği, iktisat politikalarının rasyonel ve öngörülebilir olmadığının ilanıdır. Kendileri de bunu biliyor olmalı ki, yabancı yatırımcıya “güvenceniz Cumhurbaşkanımızdır” sözüyle güven vermek gibi tuhaf açıklamalar yapıyorlar.
Halbuki yatırımcıya güven vermenin tek yolu ortodoks iktisat, rasyonel yönetim, kişilerin üstünde sağlam kurallar ve güçlü liyakatli kurumlardır. Türkiye bunu gerçekleştirmek zorunda. Zor ve ıstıraplı olacak maalesef, 24 Ocak 1980’de Turgut Özal’ın, 14 Nisan 2001’de Kemal Derviş’in yaptığı kurumsal reformlar gibi…