Cumhuriyetin gelişmesi
Gazi Paşa, 28 Ekim 1923 akşamı başta İsmet Paşa olmak üzere arkadaşlarını Çankaya’ya çağırdı, “yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi. Anayasa’da yapılacak değişikliği yazdırdı, 29 Ekim’de Meclis’te kabul edildi, Gazi de Reisicumhur seçildi…
Cumhuriyet’in ilanı konusundaki yaygın kültür bu şekildedir. Biraz daha geniş bir çevrede, Cumhuriyet’in ilanından önce Gazi’nin bir hükümet krizi planladığı, bu krize çözüm olarak Cumhuriyet’in ilanını sağladığı bilinir: Cumhurbaşkanı başbakan atayacak, o da kabinesini kuracaktır. Yani normal parlamenter sistem mekanizması…
Nutuk’ta ayrıntılar anlatılır fakat doğal olarak hükümet krizi ile 28 ve 29 Ekim günlerinin ayrıntılarıdır.
TEMEL KAVRAMLAR
Bu çerçevede kalan bir cumhuriyet anlatısı, zihinlerde ‘cumhuriyetin evrimi’ düşüncesine yol açmıyor. Elbette cumhuriyeti ilan ettiği için Gazi’ye bir minnettarlık duygusu hissedilir fakat bu bakış cumhuriyet öncesi ve geleceği hakkında derinlikli bir kavrayış, bir perspektif yaratmaz. Geçmişte Cumhuriyetçilik gayretiyle kuvvetler ayrılığı ilkesine karşı çıkanlar olduğu gibi bugün de Cumhuriyet’in “fabrika ayarlarına” veya “kurucu değerlerine” dönmek söylemi bunun bir örneğidir.
Halbuki 1923 modeline değil, ‘çağımızın cumhuriyeti’nin nitelikleri hakkında bir perspektife ihtiyacımız vardır; bunda kuvvetler ayrılığı olmazsa olmazdır.
Cumhuriyet’in kendisi de bir gelişmenin sonucuydu. Nitekim “milli hakimiyet, milli irade, meclis, kongre, anayasa”ve hatta “parti” kavramları kullanılmadan Cumhuriyet’in ilanı anlatılamaz, bu kavramlar ise Meşrutiyet’ten gelen kavramlardır.
MİLLİ HAKİMİYET
1908 yılında Ahmet Rıza Bey, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi seçilmesi üzerine yaptığı teşekkür konuşmasında, “hakimiyet-i milliyenin kuvvetli bir şekilde teessüsüne bihakkın çalışmak” gerektiğini vurgulayarak şöyle diyordu:
“Maziden ibret alarak, diğer memleketlerde hakimiyet-i milliyenin kesintiye uğramasına sebep olan hatalardan sakınalım. Hüsnüniyet, azim ve sebat her işte muvaffakiyeti temin eder…” (27 Aralık 1908)
Mustafa Kemal Paşa “milli hakimiyet” diyerek, “cemiyet” ve “kongre” diyerek, “meclis” diyerek Anadolu’da Milil Mücadele’yi teşkilatlandırırken bu kavramları özümsemiş, usullerini bilen asker, memur, öğretmen, sivil aydın, din adamı ve eşraf kitlesi ve kurdukları cemiyetler hazırdı.
Bu konuda merhum Bülent Tanör’ün “Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları” kitabını tavsiye ederim. Milli Mücadele’nin toplumsal zeminidir bunlar.
1923 YILI
Böyle bir siyasi kültür zemininde, 1922’de Büyük Zafer’in de sağladığı muazzam meşruiyetle, 1 Kasım 1922’de saltanat Meclis’te oybirliğiyle, yani muhalefetin de desteğiyle kaldırıldı. Hüseyin Cahit’in o günlerde yazdığı gibi bu aslında cumhuriyete geçişti: “İdare şeklimiz, olayların, ihtiyaçların vücuda getirdiği bir hususiyet arz etmekle beraber esas itibariyle bir cumhuriyet olduğu aşikardır.” (Renin gazetesi, 4 Kasım 1922)
Cumhuriyet’in resmen ilanı ile devlet şeklinin adının konulması bir yıl sonradır. 1923 yılında seçimler vardır, Lozan Antlaşması vardır ve… Hürriyet-i şahsiye Kanunu vardır, kuvvetler ayrılığı, kuvvetler birliği, partili cumhurbaşkanı, partisiz cumhurbaşkanı, tek parti, çok parti, basın hürriyeti tartışmaları vardır. Son derece ufuk açıcı tartışmalar… Hâlâ oturtamadığımız değerler ve kurumlar!..
‘GELİŞME BİTMEMİŞTİR’
Meclis ve basındaki muhalifler kuvvetler ayrılığını savunuyordu. Gazi ve arkadaşları 29 Ekim’de, kuvvetler birliğine dayalı otoriter ‘devrimci cumhuriyet’ modelini gerçekleştirdiler…
Gelişmeye açık bu cumhuriyet çeşitli aşamalardan geçti, 1946 çok partili hayat, 1962 özel tanımlı kuvvetler ayrılığı, darbeler, başarılı ve başarısız hükümetler… Hâlâ mutabakatla bir anayasa yapamadık, hâlâ hukuk, siyaset karşısında zayıf… CB sisteminde daha da geriledi.
Gazi’nin 1923’te söylediği, bugün de geçerlidir: “Türkiye’nin dahili tekamülü tamamen bitmemiştir. Daha tadilat ve terakkiyat vuku bulacak ve bilumum tekamüller cumhuriyet esasına müncer olacaktır.”
Yön bellidir; geçmişin herhangi bir dönemi değil, kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti niteliklerini gerçekleştirecek bir Türkiye Cumhuriyeti… Ancak o zaman ‘gelişmiş ülke’ olabiliriz.