Babacan’ın partisi
Ali Babacan’ın T24’te Şirin Payzın’a yaptığı açıklamalarda dikkatimi çeken hususlardan biri, bugün eleştirdiği her konuyu, dün iktidardayken de eleştirdiğini söylemesidir. Şu sözlerinin altını çizdim:
“Biz bu uyarıları 2011-2012 yıllarından itibaren yapmaya başladık. Şimdi bir dönüp de benim o tarihlerde yaptığım konuşmaları tararsanız, yani 2010-2011-2012, bunların hepsinin uyarısını yaptık. Dedik ki bakın; ‘Türkiye orta gelir tuzağına düşecek. Hukuk ve eğitimde ciddi reformlar yapmazsak bu ülke asla yüksek gelir gurubuna giremez.”
Evet, yedi yıl önce ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 2023 hedeflerine ulaşmanın ancak yüksek katma değer üretimiyle mümkün olacağını anlatmış, şöyle demiş:
“Yüksek katma değer ancak yetişmiş insan gücüyle olur. Türkiye’nin şu anda 25 yaş üstü nüfusunun almış olduğu eğitim ortalama 6,5 yıl… Böylesine ortalama bir eğitim yapısıyla Türkiye’nin üretebileceği katma değer, Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü sınırlıdır. Bunun ötesine geçmemiz ancak daha iyi eğitilmiş bir nüfusla olabilir.” (27 Temmuz 2012)
EKONOMİK BÜYÜME?
AK Parti’nin 2011 seçimleri için açıkladığı “2023 Hedefleri”ne göre Türkiye’de fert başına milli gelir 25 bin dolar, ihracat 500 milyar dolar olacaktı. Gelişmiş bir eğitim düzeyi olmadan bu mümkün değildi fakat seçim meydanlarında işe yaradı.
Bugün görülüyor ki, o hedeflerin yarısı tutarsa ne âlâ!
Eğitimden başka, kaynakların uzun vadede sağlıklı büyüme getirecek sanayi yerine kısa vadede şişkin büyüme ve oy getirecek tüketime ve inşaata gitmesi de esaslı bir problemdi. Bu gerçek, 11. Kalkınma Planı’nda da itiraf ediliyor.
Ali Babacan aynı konuşmasında borçlanarak, tüketerek büyüme politikasını şöyle eleştirmişti:
“Kredi hacmi aşırı büyüdü… Önce kazanalım, sonra harcayalım. Çünkü hakketmediği refahı yaşamaya çalışan ülkelerin başına er ya da geç kötü şeyler geliyor. Avrupa’da bunların örneği çok’’
Yunanistan’ı kastediyordu.
Babacan dikey mimarinin fabrika yapmaktan daha kârlı hale gelmesinin çok tehlikeli olduğunu anlatarak “Türkiye’nin öncelikle sanayileşmesi ve üreten bir toplum olması gerekir” diyordu. (3 Eylül 2014)
YOLLARIN AYRILMASI
Haklı olarak denilebilir ki, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı böyle eleştirmez, icra eder!
Fakat eğitim, imar, hukuk gibi konular hükümet politikalarıdır.
Tipik örnek yolsuzluk ve şeffaflık konularıdır. Babacan T24’teki açıklamasında, bir bakıma artık rakibi olan Davutoğlu’dan olumlu bir dille bahsetti. Onunla birlikte hazırladıkları yolsuzlukla mücadele ve şeffaflık paketinin yasalaşmadığını söyledi.
Gerçekten Davutoğlu’nun hükümet programında yer alan yolsuzlukla mücadele ve şeffaflık paragrafları ondan sonraki hükümet programlarında bile yer almadı.
Belli ki, görüş ayrılıkları 2010’dan itibaren ortaya çıkmış. Sanayie öncelik, demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü, dış politikada gerilim yerine diplomasi diye özetleyebileceğimiz esaslı noktalarda görüş ayrılıkları…
Nihayet, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi isimler parlamenter sistemi savundukları halde MHP desteğiyle ve ancak yüzde 52 oyla Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin getirilmesi…
Bu isimler partiden ayrılmadan önce de dışlanmışlar, partide pasifize edilmişlerdi.
BUNDAN SONRA
2018’de başlayan ekonomik kriz, izlenmiş olan tüketim-inşaat politikalarının artık devam ettirilemeyeceğini gösteriyor.
Ama Babacan’ın dediği gibi Kanal İstanbul da “devasa bir inşaat projesi”dir. İhracatı mı artıracak, eğitimi mi geliştirecek?
Dış politikada tablo ortada…
CB Hükümet sistemi mi? Bizzat Ömer Çelik’in ifadesiyle daha bir yılı içinde “kireçlenmeler” görüldü. Sistemin nasıl işlediği konusunda Prof. Kemal Gözler’in akademik makalesinini hepimizin ve özellikle iktidarın dikkatle okuması lazım: http://www.anayasa.gen.tr/cbhs-bilanco.htm
İşte büyük şehirlerde başlayarak gelişen bu sosyo-politik tablo sebebiyledir ki yeni partiler ortaya çıkıyor. CHP ve İYİ Parti zaten güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi savunuyorlar; yeni partiler de güçlendirilmiş parlamenter sistem diyorlar…
Hukukun üstünlüğü, demokratik hak ve hürriyetler, yargı bağımsızlığı, rasyonel ekonomi, rasyonel dış politika gibi talepler toplumda giderek güçleniyor.
Önümüzdeki zamanda Türkiye’ye bu talepler yön verecek.