Anayasa Mahkemesi değişiyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Meclis’teki iktidar blokunun Anayasa Mahkemesi üyeliğine yaptığı tercihler, mahkemenin hukuk ve insan hakları anlayışında değişmeye yol açıyor. Abdullah Gül’ün atadığı üyelerle, Tayyip Erdoğan’ın atadığı üyeler arasındaki fark, haber ve yorumlara konu oluyor.
Daha önce ben de birkaç defa yazdım.
Üye yapısı böyle değiştikçe mahkeme kararlarında; özgürlüklere öncelik vermek yerine kamu otoritesinin takdirine öncelik verme eğilimi güçleniyor.
İKİ FARKLI EĞİLİM
Elbette oybirliğiyle alınmış ve insan hakları kavramını savunan AYM kararları var. Ama siyaseten ‘kritik’ dava ve başvurularda bu eğilim farkı açıkça görülüyor: Şahin Alpay, Mehmet Altan, Osman Kavala başvuruları, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, OHAL yetkilerinin olağan dönemde devamına imkan veren kanun, İnfaz (aslında af) Kanunu, kamu görevlilerin Gezi olaylarına katılması, Cumhurbaşkanına hakaret, milletvekili dokunulmazlığı, Kişisel Verilerin Korunma gibi dosyalarda bu farklı iki eğilim çok nettir.
Örnek olarak zikrettiğim bu kararlarda “hak eksenli”, diğer bir deyişle “özgürlükler lehine” yorum yapan üyeler insan haklarının ihlal edildiğine veya kanunun iptaline oy verdiler. Erdoğan’ın atadığı üyeler insan haklarının ihlal edilmediğine veya kanunun anayasaya uygun olduğuna oy verdiler.
Bu tür davalarda kararlar 1-2 oy farkıyla alındı.
Tabii bazı kararlarda böyle bir eğilim farkı yok, birkaç üyenin tavrı da dosyaya, olaya göre değişiyor.
Erdoğan tarafından Ağustos 2016’da AYM üyeliğine atanan Prof. Yusuf Şevki Hakyemez’in istikrarlı olarak “özgülükler lehine” oy verdiğini belirtmek gerekir.
ANAYASA NEYE YARAR?
AYM Başkanı Zühtü Arslan “Anayasa Teorisi” adlı kitabına Lord Acton’ın “güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” vecizesiyle başlar. Friedrich Hayek’ten şu alıntıyı yapar: “İktidarın etkili bir şekilde sınırlandırılması toplumsal düzenin en önemli sorunudur.”
Otoriter rejimlerin de “anayasalı devlet” olabileceğini, halbuki “anayasal devlet”in iktidarları hak ve özgürlüklerle sınırlayan ve bunu yargı denetimine tabi tutan devlet olduğunu anlatan Prof. Arslan, savunduğu “hak eksenli yorum”u şöyle anlatıyor: “Bir davada yargıcın temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediği tespit ederek onların korunmasından yana tavır almasını, karar vermesini gerektiren yaklaşım.” (s. 235)
AYM üyesi Yusuf Şevki Hakyemez “Militan Demokrasi Anlayışı” adlı kitabında, 28 Şubat rejimini ve onu destekleyen eski AYM kararlarını eleştirir. “Anayasalı devlet”in otoriter olabileceğini, fakat sadece, iktidarın kuvvetler ayrılığı ve özgürlüklerle sınırlandığı rejimlere “anayasal devlet” denilebileceğini anlatır. Bu sebeple, “Anayasa Mahkemesi’nin yapması gereken ‘özgürlükler lehine yorum’ aslında Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedeni ve bilhassa günümüzdeki işlevinin bir gereği olmalıdır” diye yazar. (s. 255)
Atamalarla bu “hak eksenli” ya da “özgürlükler lehine” yorum anlayışı adım adım gerilemektedir.
ATAMA ŞARTLARI
Başka anayasalar gibi bizim anayasamızda da yüksek kamu görevlerine, bu arada AYM üyeliklerine atamalarda bazı liyakat şartları getirilmiş, atamayı yapacak politikacıların partizanlık yapması önlenmek istenmiştir.
Mesela AYM’ye atanacak bir kısım atamalarda yüksek yargı üyesi olması şartı vardır. Buradaki amaç yüksek yargı tecrübesini ve formasyonunu kazanmış isimlerin AYM’ye seçilmesidir.
Fakat, Cumhurbaşkanı’nın üye atamak istediği bir hukukçu, hızla HSK tarafından Yargıtay’a atandı, Yargıtay’da bir tek dosyaya bakmadan, bir tek daire toplantısına katılmadan, aday seçildi ve AYM’ye üye atandı…
Ayrıca, iktidar partisinden aday olmuş, seçilmiş veya Bakan Yardımcılığı gibi siyasi görevlerde bulunmuş isimlerden de AYM’ye üye atamaları yapılıyor Son olarak da Bakan Yardımcılığı yapmış üç aylık bir Sayıştay üyesi Meclis’te iktidar blokunun oylarıyla AYM’ye seçildi.
Elbette prosedüre uygun ama anayasa yargısının ve anayasadaki atama kurallarının amacına uygun olduğunu söylemek mümkün mü?
Bitip tükenmeyen anayasa kavgalarımızın sebebi, anayasa hukukunun değerini kavramamış, dahası, içimize sindirememiş olmamızdır. İşte yüz yıldır “anayasal devlet” kavramını oturtamadık!