Allah’a mı iktisatçılara mı güvenelim?!
İktisatçılara güvendiğimi belirten yazıma, bir okurum tepki gösterdi. Tipik bir Ak Partili düşünce tarzı olduğu için tahlil etmeyi gerekli buluyorum.
Şöyle diyordu:
“Siz iktisatçılara ben Allah’a güveniyorum. Erdoğan doğru yapmıştır faizi düşürmek suretiyle kredi faizlerinin maliyetini aşağı çekmiştir. Faizler yükselmiş olsaydı yatırımcının da almış olduğu kredi faizi ve kredi maliyeti yükselmiş olacaktı. Burada yanlış bir şey ben görmüyorum ama size ve o ünvanlı iktisatçılara batan nedir onu da anlamıyorum.”
Ve arkasından tipik komplo teorisi geliyordu:
“Sanırım arka planda asıl maksatları Türkiye’nin batması.”
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE
Evvela, Allah’a güvenmek, ehliyetli insanları, sağlam kurumlara güvenmeye engel değildir. İki güvenin anlamları da farklıdır. Elbette her mümin için Allah’a güvenmek esaslı bir itikattır. Fakat Allah’a güvenmek, yaptığımız yanlışların sonuçlarını düzeltmez. İslam filozof ve kelamcıları “sünnetullah” adını verdikleri değişmez kurallar olduğunu belirtmişlerdir. Evren kanunları böyle olduğu gibi bilgi ve liyakat gibi konular da böyledir. Kuran, “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyor. Bilgiyle yapılan işle, bilgisiz yapılan işlerin sonuçları farklı olur.
Değerli okurum emirle faiz düşürmenin paranın değerini düşürmek demek olduğuna, bunun da enflasyonu ve dövizi tırmandırdığına, yatırımları sıkıntıya soktuğuna, yatırım gelmediğine bakmıyor. Liderini haklılaştırma duygusu buna engel oluyor.
FAİZ SORUNU
Bence en önemli zihniyet sorunumuz budur: Dinî veya seküler ideolojimiz ya da partizanlığımız objektif verileri araştırmayı ve objektif verilerle düşünmeyi engelliyor!
Yazımda Şerif Mardin’in 1994’te yazdıklarını aktarmıştım: İlmi zihniyetin gelişmesindeki en büyük engellerden biri “kendi düşüncemizi devamlı olarak sınamanın eksikliği ve eleştirel düşünce fakirliğimizdir.”
Emirle faiz indirtmenin iyi mi kötü mü olduğunu “sınamak” için bu iktidarın politikalarına bakmak yeterlidir, ama partizan değil objektif gözle...
Kemal Derviş’ten devralınan ve Babacan’la Şimşek tarafından savunulan ortodoks politikalar enflasyonu yüzde 7, faizi yüzde 8-10 civarına indirmişti.
Erdoğan’ın heterodoks politikaları ise enflasyonu patlattı, faizin baskılanması cari açığı patlattı. İşte nihayet sessizce faiz tavanını kaldırmak zorunda kaldılar.
Türkiye bugün yüzde 9-10 faizle dolar borçlanıyor! Düyunu Umumiye’de dış borç faizleri yüzde 4-5 civarındaydı!
‘BENİM TEZİM’
Modern iktisadın sınanmış teorilerinden “epistemolojik kopuş”la ayrılarak Erdoğan’ın “benim tezim” dediği politikaları uygulamak ülkeye ne getirdi ne götürdü? Sormak, araştırmak, gözden geçirmek ve aynı yanlışları devam ettirmekten sakınmak gerekmiyor mu?
Prof Selçuk Şirin, yeni çıkan “Ya Adalet Ya Sefalet” adlı kitabında, ekonomi serüvenimizi rakam ve grafiklerle anlatıyor, tahliller yapıyor. 1980’de dünya ekonomisindeki payımız binde 86 idi. 2002 krizinde binde 60’a düştü. 2013’te ikiye katlanarak yüzde 1.24’e çıktı. Ama “son on yılda yaşadığımız büyük çöküş sonucu 1980’de başladığımız noktanın bile gerisine götürüyor!” (Doğan Kitap, s. 23,24)
Aynı “adam” ama ortodoks politikalarla yükseliş “benim tezim”le çöküş… Hangi politikaların yükseltip hangi politikaların çöküş getirdiğini araştırmak, kafa yormak gerekmiyor mu?
İşte zihniyet meselesi dediğim bu.
Fakat son açıklanan 2023 Seçim Bildirisi’nde de, önceden açıklanan 400 sayfalık “Türkiye Yüzyılı” metinde de böyle bir yaklaşım yok.
Aliya İzzetbegoviç’in, Şerif Mardin’in, Mümtaz Turhan’ın, Nurettin Topçu’nun bahsettiği “eleştirel düşünce”miz olsaydı hatalar başlarken eleştirilerle düzeltilebilirdi. Ama Ali Babacan gibi, Mehmet Şimşek gibi, zamanında “yanlış” diyenler tasfiye edildi.
Eleştirel düşünce bütün akımlarımızda eksiktir. Onun için bakın, yüz yıldır ve elli yıldır “orta gelir tuzağı”nda debeleniyoruz ve daha acısı “dış güçler” yaptı sanıyoruz.
Kendi zihniyet sorularımızı görmeyince, düzeltmek mümkün oluyor.