Akbelen dersleri
Türkiye iki haftadır gündemden düşmeyen sorun, Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’deki Akbelen ormanında yapılan ağaç katliamıdır.
Limak Holding'e ait termik santralın kömür sahasını genişletmek amacıyla ağaçlar kesiliyor, köylüler ve bölgeye gelen “yaşam savunucusu” pek çok vatandaş buna engel olmak için direniyor. Ağaçlarını, nefes borularını, geçim sahalarını korumak için çırpınan insanlara hükümetin tepkisi polis ve jandarma sevk etmek, su ve gaz sıkmak…
Muhalefet elbette direnen insanlara destek veriyor.
Bir takım marjinal gruplar da gösterilere katılıyor, inşallah çığırından çıkmaz.
Cumhurbaşkanı nihayet 16. günde konuştu, “sökülenden kat kat fazla ağaç dikileceğini” söyledi. Bu, orada ağaçları kaybeden insanların acısını dindirir mi?
CORÇ HANS, AHMET MEHMET
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim meydanlarda şu tarz birçok konuşması vardır:
“Bizim sorumluluğumuz Corç'a, Hans'a değil, Ahmet'e, Mehmet'e, Ayşe'ye…” (10 Ağustos 2018)
Bu sözleri niye söylüyordu? Meclis idam cezasını kabul ederse hemen imzalayacağını belirtmek için söylüyordu. Halbuki gerçekten istese, partisi “idam” cezasını hemen Meclis’e getirirdi.
Ekonomide derecelendirme kuruluşlarının olumsuz değerlendirmeleri için de böyle sözleri çoktur. Oysa o kuruluşların tam on yıldır yaptıkları “dış açık” ve “enflasyon” uyarıları doğru çıktı. Mesele din ve milliyet değil, uzmanlık meselesidir çünkü.
“Ahmet'e, Mehmet'e, Ayşe” hassasiyetinin en uygun düşeceği bir sorun Akbelen’deki orman katliamına göz yaşları dökerek direnmeye çalışan Ahmetler, Mehmet’ler, Ayşe’lerdir elbette.
Termik santral Türkiye’ye çok daha büyük katkı sağlayacak olabilir. İktidarın çıkıp bunu anlatması, termik enerjinin alternatiflerinin fizibilitesini ortaya koyması, vatandaşların mağduriyetini gidermek için ne yapacaklarını çıkıp anlatması gerekmez miydi?
MODERN TOPLUM?
Objektif bir değerlendirme yapmak için şu iki gerçeği hiç akıldan çıkarmamak gerekir:
• Modern toplumda çevre, yeşil, kadın hareketi gibi hassasiyetler ve protesto refleksi ortaya çıkıyor.
1908 seçimlerinde İbrahim Temo ve arkadaşları Balkan köylerinde İttihat ve Terakki kampanyası yaparken, “bir isteğiniz var mı, söyleyin” diye sorduğunda Müslüman köylüler “büyüklerimizin izni var mı?” diye soruyordu. Bizde 1950’lerde bile böyle hassasiyetler, bu tür kitlevi protestolar görülmezdi. Motivasyon, sadece politik kutuplaşmaydı.
• İkincisi, artık sosyal hareketlerin geliştiği toplumlarda iktidarlara düşen görev, kamu düzeni ihlal edilmedikçe bunları anlayışla karşılamak, kitlelerle ‘propaganda’ ötesinde iletişim kurmak, program ortaya koymaktadır. Yani iki kelimeyle, “demokrasi” ve “iletişim”, diyalog, konuşma…
Gezi olayları da böyle çözülebilirdi fakat olmamış, marjinal örgütlerin katılımıyla çığırından çıkmıştı. Bir hukukçu olarak belirtmeliyim, hiçbir zaman planlanmış bir darbe teşebbüsü olarak nitelenemez.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine “yılanın başı” denilmedi mi? “Bunlar terörist” denilmedi mi? Polis gücüyle, copla, biber gazıyla dağıtılmadılar mı? 14 öğrenci yargılanıp iki öğrenci 90 gün tutuklu bulundurulmadı mı?
Örnekler uzun bir liste oluşturur…
‘RASYONEL ZEMİN’
Eski zamanların Avrupa’sında da görülen “çoban-sürü” anlayışı uysal toplumlar yaratmıştı. Çağımızdaki dinamik toplumlar öyle yönetilemez. Hem hürriyetleri muhafaza etmek hem tepkili kitlelerle iletişim kurarak en azından gerilimi düşürmek gerekir.
İktidar ise hürriyetleri kısarak ‘düzeni sağlama’ çabasında. Toplantı ve gösteri hürriyetini kısıtlamak için çıkardığı kanunu Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesi tipik bir örnektir. (K.no. (2017/142)
İktidar kitlelerle teması sadece “propaganda” olarak anlıyor, “iletişim” gözüyle bakmıyor. Tam on yıl süreyle, 2011’den 2021 yılına kadar “2023 Hedefleri”nin propagandasını yaptı, yarısına bile ulaşamadık! Sorumlu bir iktidarın bu başarısızlığın gerekçelerini millete anlatması gerekmez miydi? Unutulup gitti!.. Yeni slogan “Türkiye Yüzyılı”dır. İçinde ne hedef rakamlar var ne de program.
Halbuki “iletişim”in gereği, iktidarın çıkıp başarısızlığı anlatması, eksik ve yanlışların müzakere ve tartışmayla belirlenmesi, bunun yaratacağı “rasyonel zemin”de geleceğin planlanmasıydı. Bu da olmadı.
Her devirdeki temel eksiğimiz bu, “rasyonel zemin” eksikliği.