TÜİK, kurumlar?
Birkaç gündür şu söz yüreğime mıh gibi çakıldı.
TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya'nın “Enflasyonun yüzde 75 olmasıyla 45 olması arasında fark olmadığı” sözü.
Nasıl bu kadar rahat söylenir? Nasıl bu kadar milletten kopulur diye soracağım ama artık soru sormak bile fayda etmiyor.
Anca dillerimizde şikâyet… Yapılabilecek bir şey yok maalesef.
Normal koşullarda yapılması gereken bellidir. Gereğinin ivedilikle yapılmasıdır. Ama ne çare?
Öte yandan günbegün yoksullaşan tüm kesimler için enflasyonun yarım puanı bile ‘can yakıcılığı’ açısından hayati önemdedir.
İnin sahaya görün diyeceğim ama nerede?
Şimdi bu sıcakta ya da ayazda kim inecek sahaya? Kim dinleyecek milletimizi? Hazır masa başında oraya buraya sallamak varken ne gerek var?
Oysaki sahaya inilse yaşanan acılar bir bir görülecek…
Bir kere rakamların daha düşük olması demek hanelere daha fazla gıda girmesi demek... Çocukların boğazından et girmesi demek, süt içmesi demek. Belki de kırk yılda bir akşam yemeğinde ziyafet çekmek demek. Çocuklara ne zamandır alınamayan kıyafetlerin alınması demek. Evle ilgili ne zamandır ertelenen alışverişin yapılması demek. Ev sahibinden kaçmamak demek. Ertelenen sağlık harcamalarının yapılması demek… Demek, demek, demek…
Aslında bu liste böyle uzar gider.
Özetle şu söylenebilir: Enflasyonun düşmesi demek insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamak demektir.
Hatırlatayım masa başında oraya buraya sallayanların ne zamandır unuttuğu bir kavram “insan onuru”…
******
Kurumlar?
Seçimden önce kaldırılacak denildiği halde bir türlü kaldırılmayan mülakat ayıbı tam gaz devam ediyor. Görünen o ki sadakati yüksek kişilerin kurumlara yerleştirilmesi devam ediyor.
Liyakati soran yok nasılsa? Sadakat olsun yeter ki gerisi önemli değil.
Açıkçası kurumlardaki yöneticilerin açıklamalarından hemen fark ediliyor vasatlığın ne boyutta olduğu. Örneğin herhangi bir kurumun başında bulunan kişi çoğunlukla basın önünde nasıl konuşacağını bilmiyor. Eveliyor, geveliyor.
Özellikle son yıllarda kurumlardaki yöneticiler genel özelliklere bir anlamda “yöneticinin sahip olması gereken entelektüel özelliklere, karakterine yönelik özelliklere ve sosyal özelliklere” çoğunlukla sahip değil. Böyle bir donanımları olmayınca da doğal olarak eveleme geveleme başlıyor.
Özellikle de teknik açıklamaları dinleyince ne denli yetersizlikler olduğu ortaya hemen çıkıyor.
Dolayısıyla kurumların kapasitesinin baş aşağı gitmesi en büyük sorun olarak belirtilebilir.
Biliyorum çok sorun var ama gerçekten de bu da büyük bir sorun. “Kök sorun” olarak da söylenebilir.
Siz istediğiniz kadar TÜİK Başkanına ya da başka bir yöneticiye kızın. Sorun daha derinlerde.
Hatırlayalım yeni hükümet sistemiyle birlikte birçok değişiklik yaşandı. Örneğin bazı kurumlar kapatıldı. Bu ne demek? Kapatılan kurumlarda yıllar içinde oluşan kurumsal hafızanın yara alması demek. Bununla birlikte daha merkezi bir yapı oluştu. “Şeffaflık, hesap verebilirlik, liyakat, kurumsal kapasite, verimlilik” gibi kavramlar neredeyse unutuldu. Ayrıca sistemle ilgili en çok şikâyet edilen konuların başında ‘keyfilik’ geliyor. Öte yandan yanlış kararları durdurabilecek ya da denetleyebilecek bir kurumun kalmadığı da söylenebilir.
Bir anlamda herhangi bir kuruma alınan kişinin yeterli donanıma sahip olup olmadığı herhangi bir denetime tabi tutulamıyor. Mülakat zaten yok. Sadakati olan koşsun gelsin…
Dolayısıyla şu kurum, şu karar, şu yönetici diye doğal olarak şikâyet ediyoruz yalnız sorun daha derinlerde. Bu sorunun köküne inmeden de biz daha çok konuşuruz şu sorun, bu kurum, şu yönetici diye.
Biz yönetim bilimcilere bir izin verseler de girebilsek şu kurumlara, araştırabilsek ne olup bittiğini diyeceğim, diyeceğim de ne çare?
******
Hücrenden çıksan…
Doğrularla kaplı içi yalan mı yalan değersizliğin, güvensizliğin en dibinde, her zerresinde kurşun yarası gibi acılar
Ah gönlünü eğliyor zaman geçiyor / Gücün, nefsin kölesi özden bihaber / Ne aşk ne özlem her yanı yalandan kırmızı duvarlar
Can vermeden bıraksan maskeleri bir bir / Ayrılığı, yalnızlığı göze alsan korkuları, yalanları döksen orta yere
Ve sonra…
Hücrenden çıksan, vazgeçsen gururundan, hatalarda boğulsan, çamurlara batsan, solsan sonbahar gibi, ağlasan, gülsen, sarılsan gökyüzüne, dokunsan papatyalara, yokuş aşağı bıraksan yüreğini, gerçek olsan, varlığınla bir olsan…