Keşke…

Keşke…

Son birkaç gündür gözyaşlarımız hiç durmadı. Sicim gibi de akmaya devam ediyor.

Yüreğimizin en savunmasız yerinde bir açıklık buldu ve tam da oradan süzülmeye devam ediyor.

65 saat sonra Elif kızımız kurtuldu diye mutluluktan ağladık. Elif’in kurtuluşunu anlatan itfaiye görevlisini dinlerken yüreğimiz titredi ve yine ağladık.

91 saat sonra Ayda kızımız kurtuldu diye sevinçten ağladık. Annesini kurtaramadık diye üzüntüden ağladık.

Tıpkı Tahsin Kaymak’ın sessizce ağladığı gibi…

İzmir’imiz ile birlikte tüm Türkiye olarak sessizce ağladık.

Keşke deprem konusunda uzmanlarımız daha çok dinlenseydi.

Keşke o denetimler tam olarak yapılsaydı.

Keşke o kolonlar canice kesilmeseydi.

Keşke o betondan, demirden, harçtan çalanlara göz açtırılmasaydı.

Keşke o para hırsı hiç olmasaydı.

Ve keşke gözyaşlarımız sel olmasaydı.

En önemlisi de keşke ile başlayan cümleler yerine bu can yakıcı konuyla ilgili çözümleri konuşabilseydik.

Ve keşke şimdiye kadar ülke genelinde bir “deprem seferberliği” çoktan başlasaydı.

İzmir’imize ve ülkemize geçmiş olsun. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve yaralılara acil şifalar diliyorum. Ayrıca, “birlik olmak” kavramını bizlere ta iliklerimize kadar hissettiren itfaiyecilerimize, jandarmalarımıza, polislerimize, bir anlamda emeği geçen tüm görevlilerimize ve gönüllülerimize teşekkür ederiz.

Ve devam ediyorum:

Son bir haftadır yaşadıklarımız gösteriyor ki, kaybettiğimiz her dakika bizim için çok değerlidir.

Keşke deprem konusunda “kamu ve yerel yönetimler” tarafından belirlenen tüm önlemler ivedilikle hayata geçirilse…

Keşke ülke genelinde deprem ile ilgili bilinçlendirme çalışmaları en hızlı şekilde yapılsa…

Keşke şehirlerimizin bütün yapıları gözden geçirilse…

Keşke riskli yapıların tahliye ve onarım çalışmaları bir an önce başlasa…

Keşke kentsel dönüşüm projeleri rant projeleri olarak görülmese…

Keşke meslek odaları süreçlere daha çok dâhil edilse…

Ve keşke Kanal İstanbul gibi projelerin yerine ülke genelinde deprem konusunda sürdürülebilir bir duyarlılığın oluşturulması için el birliği ile çalışılsa…

Keşke…

TRUMP – BIDEN YARIŞI…

Koronavirüs öncesinin en popüler kelimeleri, hiç kuşkusuz ticaret savaşları ve yaptırımlar olarak belirtilebilir. Kısa süre öncesine kadar ticaret savaşları ile ilgili yaşananları bir film tadında hep birlikte izledik. Zira dünya genelinde yaşanan küresel ekonomik krizin de etkisiyle korumacılık anlayışı özellikle ekonomi alanında kendini daha da çok hissettirdi. Ve ülkelerin önce kendi ekonomilerinin gelişimi demesi, kendi kazançlarını ön planda tutması ve buna dair politikalar üretmesi, bu korumacı tavırdan kaynaklanıyor.

Ve dolayısıyla, Trump’ın “Sadece Amerika” ve “Amerika’yı tekrar büyük yapmak” söylemleri de bu durumu çok iyi açıklıyor.

Dünya gündemi tam da bu kavramlarla boğuşurken koronavirüs salgını ile birlikte, durum daha da karıştı. Salgının yayılmasıyla ve dolayısıyla kapanmaların da etkisiyle ülke ekonomileri son dönemde hiç olmadığı kadar etkilendi. Amerika ile Çin arasındaki gerginlik daha da arttı denilebilir. Otoriter ve popülist eğilimler çok daha güçlendi. Göçmen karşıtlığı meselesi de başımızı ağrıtmaya devam etti. Bunun yanı sıra jeopolitik riskler de arttı. Maalesef işsizlikte hiç olmadığı kadar arttı. Aslında birçok konuda belirsizlikler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

Tam da bu kadar sıkıntılı olayın yaşandığı bir süreçte, Trump denilince ilk aklıma gelen kavramları, olayları belirtmek isterim:

Paris anlaşmasından çekilmesi, yaptırımlar, “Önce Amerika” söylemini sürekli kullanması, göçmen karşıtlığı, George Floyd olayları, dezenfektan, Çin virüsü, kutuplaşma, sosyal medyayı en çok kullanan siyasetçi…

İşte tam da böylesi zor bir dönemde, Amerika’da milyonlarca kişi yeni başkanı belirlemek için oylarını kullandı. Ve nefesler tutuldu, sonuçlar bekleniyor.

İlk önce Trump kazanıyor gibi bir hava esse de sonraki saatlerde dikkatler Biden’a doğru çevrildi. Ve sonuçların açıklanmasıyla birlikte anketlerin pek de tutarlı olmadığı ortaya çıktı. Aslında bu seçimin en büyük kaybedeni en başta anket firmaları olarak söylenebilir. Trump’ın büyük fark ile kaybedeceği konusundaki tahminler ile ilgili olarak; özellikle telefonla cevaplanan anketlerin çok büyük yanılgıya sebep olduğu belirtiliyor. Tabi burada pandemi sebebiyle yüz yüze görüşmeler yapılamadı ve dolayısıyla sağlıklı sonuçlar alınamadı. Birde şu anda koronavirüs nedeniyle evde kilitli kalmaktan bıkmış genç seçmenlerin Trump'a doğru kaydığı ifade ediliyor. Son olarak, Trump’ın son günlerde yaptığı mitinglerinde katkısının yadsınamaz olduğu vurgulanıyor. Görünen o ki, birkaç güne kadar kimin başkan olacağı belli olacak. Kesin olmayan sonuçlara göre, Biden önde gibi…

Aslında burada hangi başkan gelirse gelsin cevaplanması gereken bazı sorular yer alıyor. Örneğin;

Trump ya da Biden, kötüleşen bir Amerika - Çin ilişkisini nasıl yönetecek önümüzdeki dönemde?

Yeni başkan, salgın gibi tüm dünyayı ilgilendiren konularda nasıl bir rol oynayacak?

Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumları ve Paris iklim anlaşmaları gibi anlaşmaları benimseyecek mi yoksa onları yok mu sayacak?

Göçmen karşıtlığı artacak mı?

Kutuplaşma daha da derinleşecek mi?

Ve Amerika’nın ülkemizle birçok konuda yaşadığı fikir ayrılıkları nasıl çözülecek?

Son olarak, özellikle belirtmek isterim ki, Trump - Biden arasındaki heyecanlı yarışı açık ara en iyi yorumlayanlar arasında global stratejist Hakan Akbaş yer alıyor.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum