“Damdan düşenlerin halinden kim anlayacak?”
Bir tarafta milyon dolarlar, kaftan giyip dolananlar, özel uçaklardan inmeyenler
Çökenler, çökertme oynayanlar
Birçok yerde cirit atan klikler, arabulucular
Malum otelde pişkin pişkin fotoğraf paylaşanlar
Her yeri altın varakla süsleyenler, inceliği, zarafeti, sadeliği bitirenler
Müjde üstüne müjde hikâyesi anlatanlar
Şatafat içinde porsiyonlarını büyütenler
Çifter çifter hatta üçer dörder maaş alanlar
Medya, siyaset, yargı, ticaret dörtgeninde muradına erenler
Geleceğimizi söke söke karartanlar, yazın bize kara kışı yaşatanlar
Ve bilimin, sanatın, edebiyatın aslında tüm değerlerimizin köküne kibrit çakanlar
***
Bir tarafta da kuru ekmeğe muhtaç olanlar, işsizlikten bunalanlar, feleğe isyan edenler
Dertle, kimsesizlikle, fukaralıkla hemhal olan sessiz kalabalıklar
Borçlarını, ay sonunu düşüne düşüne sabahı sabah edenler
Çocuğunun istikbalini düşünürken saçlarına aklar düşenler
Mahsulü tarlada kalınca, cigarayı kahırla tellendiren çiftçiler
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilince karalar bağlayan biz kadınlar
Güzelim memleketimizden kaçmanın yollarını arayan gençler
Zam deryasında geleceği çalınan sessiz kalabalıklar
Ve derin uykuda olan hukuk, adalet, özgürlük kavramları…
***
Bir konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan şu sözleri söylüyor:
“Biz damdan düştük, damdan düşenin halinden damdan düşen anlar. Gerisi anlamaz."
Son dönemde bu cümle hiç aklımdan çıkmıyor. Özellikle de “gerisi anlamaz” bölümü hep aklımda, hep zihnimde…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, damdan düştüğünü söylerken, bir anlamda zamanında dertlerle, acılarla yoğrula yoğrula bugünlere geldiklerini belirtiyor.
***
Peki, şimdi sormak isterim: “Son yıllarda hatta şu anda bile damdan düşen milyonları kim görecek, kim anlayacak?”
Sessiz kalabalıkların elinden kim tutacak, dertleriyle kim dertlenecek?
Milyonların kuruyan, çatlayan, sönen geleceklerini kim aydınlığa kavuşturacak?
Ya da şöyle soralım: “Sessiz kalabalıklar nerelere gitsin? Nerelere sığınsın?”
Fersah fersah uzak diyarlara mı gitsinler?
Kolları kanatları kırılmış, haksızlıklara uğramış bu kalabalıklar ne yapsın?
Bir de şöyle soralım:
“İkizdere’nin, Kaz Dağları’nın, Ağrı Dağı’nın ta derinlerinden gelen feryatlar ne olacak? Kim duyacak bu feryatları?
Havamıza, toprağımıza, suyumuza kim sahip çıkacak?
Varsa yoksa yağmalama, çürüme, çökme, yozlaşma...
***
Yine yeniden zülfü yâre dokundu, gönül telim yine titredi
Nasıl bir döneme denk geldik diye avaz avaz bağırasım var
Ve Neşet Ertaş ustanın da dediği gibi “Bu derdin elinden oldum biçare /Aradım derdime bulmadım çare” diyesim var ey dostlar!