Yankı Odaları ve Filtre Baloncukları
Enformasyonun, insanların tepesinden adeta boca edildiği “cesur yeni bir dünyadayız”.
Enformasyona erişim kolay diye hemen herkesin her konuda bilgi ve kanaat sahibi olması bekleniyor.
Fakat herkes fikirlerini ve inançlarını sağlam temellere oturtabilecek zihinsel donanıma sahip değil.
Herhangi bir konuda fikir sahibi olabilmek için gereken temel bilgileri edinmek, ciddi araştırmaları, sorgulamaları yapmak, yerli yabancı haber ve bilgi kaynaklarını takip için zaman ayırıp odaklanabilmek her babayiğidin harcı değil.
Çoğu kimse aslında inançlarını dayandıracağı sağlam bilgilerden mahrum olsa da bu maluliyet onları “kesin inançlılara” dönüşmekten alıkoymuyor.
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olunamayacağını kabul etseler bile, kulaktan dolma bilgilerin kendilerine yeteceğini sanıyorlar.
Böylelerinin eleştiriye tahammülleri -tabiatıyla- çok az oluyor.
Bunların bazıları karşıt fikirleri işitmemek için kulaklarını kapatıyor, umursamazlık zırhına bürünüyor, insanlardan uzaklara kaçıp kendilerini ıssızlıklarda izole etmeye çalışıyorlar.
Kendilerini yeterince güçlü hisseden diğer bir kısmı, tehditle, kaba kuvvet zoruyla tüm eleştiri sahiplerini susturmaya kalkabiliyor.
Fakat bunların çoğu huzuru, sadece kendisi gibi düşünen, kendisi gibi inanan kimselerin buluştuğu, çatlak sesler barındırmayan bir “kesin inançlılar” cemaatine intisap etmekte buluyor.
İletişim sosyolojisinde kullanılan “echo chamber” diye bir kavram var, “yankı odası” diye tercüme ediliyor.
Aynı inançların, görüşlerin kapalı bir grup içinde tekrarlana tekrarlana güçlendirilmesini anlatan bir metafor bu...
Küçük bir odaya doluşup hep bir ağızdan aynı sloganı atan insanların, duvardan yankılanan seslerini işite işite, görüşlerinin herkesçe benimsendiği illüzyonuna kapılmasını anlatıyor.
Tekrarlanan görüş, grup içinde güçlendikçe güçleniyor ama grup dışında kimseye ulaşmıyor.
Zaten “dışarıdakiler” hain, gafil, satılmış, ajan vs. diye yaftalanarak itibarsızlaştırılmış oluyor.
Sadece hür eleştiri mekanizmalarının aşırılıklarını törpüleyip, sapmalarını düzeltebileceği “fikirler”, “yankı odalarında” hiçbir engele takılmadan marjinalleşiyor, marazileşiyor.
Odanın içinde yükselen sesler bir noktada “dışarıdaki” sesleri tamamen işitilmez kılıyor.
Zaten başka seslere tahammülü olmadığı için kendini orada bulanların tam da arzuladığı şey bu...
Yankı odalarının bugün en popüler zemini olan sosyal medya platformlarını besleyen, biz kullanıcılarız.
Kendilerini çok zengin eden, çok güçlü kılan bizlerin platformu terk etmememiz hayâti önem taşıyor “yeni medya” patronları için.
O yüzden beyinlerimize endorfin salgısı yaptıracak numaralarla bağımlılık yaratmak istiyorlar.
Sosyal medya platformları, sanal âlemin gürültüsünü, çok yakından “tanıdıkları” kullanıcıları için hazırladıkları “filtre baloncukları” (filter bubbles) ile süzerken onlara birkaç tıklamayla kendi yankı odalarını yaratma imkânı sunuyor.
Filtre baloncukları, yazar ve aktivist Eli Pariser tarafından literatüre kazandırılmış bir kavram.
Google, twitter, facebook gibi yeni medya devlerinin, topladıkları kişisel verilerden hareketle kullanıcının hoşuna gitmeyecek olan içerikleri filtreleyerek oluşturduğu zihinsel izolasyonu tarif etmek için kullanılıyor.
Google’da bir arama yaptığımızda zannettiğimiz gibi herkesin ulaştığı sonuçlarla karşılaşmıyoruz.
Bizi tanıyan Google, arama sonucunu, bizim hoşumuza gitmeyecek başlıkları ayıklayarak “özelleştiriyor”.
Twitter da bazen, takip bile etmediğimiz kişilerin mesajları arasından seçilmiş, “hoşumuza gidecek” twitler düşürüyor sayfamıza.
Facebook, İnstagram aynı şekilde mahiyetini bilmediğimiz algoritmalarla “bizim için” seçimler yapıyor.
Bu filtre baloncukları, gerçeklerin eksik, yanlı ve yanlış aktarıldığı “yankı odalarına” bilinçli ya da bilinçsiz olarak hapsedilmemize sebep oluyor.
Asla sorgulanmayan, sorgulanmadığı için gelişmesi mümkün olmayan dar dünya görüşlerimizi “çok isabetli” zannedip sahte tatminler yaşıyoruz.
Huxley’in tarif ettiği distopyada, haz, enformatik cehalet ve kutuplaşma girdabındayız.