Vekalet savaşlarının ana yurdu: Afganistan
Olan biteni anlayabilmek için biraz arka plan bilgisine ihtiyaç var.
Taliban, Arapça “talib” (öğrenci) kelimesinin çoğulu; “talebeler” anlamına geliyor. 1994 yılında Afganistan’ın güneyinde, aslen Kandaharlı olan, bir süre Pakistan’da ardından da Kandahar’da medrese eğitimi almış Molla Ömer Ahund liderliğinde, yaklaşık elli medrese öğrencisi tarafından kurulduğu ve kurulduktan kısa süre sonra çoğunluğunu yine medrese öğrencilerinin teşkil ettiği yirmi bini aşkın savaşçıyı çatısı altında topladığı için bu isimle anılıyor.
Molla Ömer sadece bir medrese talebesi ve hocası değil. Afganistan’ın kırsal bölgelerinde örgütlenerek Ruslarla gerilla savaşına girişen “mücahitlere” katılmış ve fiilen savaşmış bir savaşçı. Kurucusu olduğu “Taliban” örgütü, ülkenin güneyindeki Peştun kökenli kişilerden ve Pakistan’daki medreselerde eğitim gören mülteci ailelerin çocuklarından oluşuyor.
CIA’nın, müşterek tehdit sayılan “Sovyet yayılmacılığı” ve “komünizm tehdidine” karşı kendileri ile iş birliğini memnuniyetle kabul eden Pakistan’ın milli istihbarat teşkilatı üzerinden, Afganistan’da Ruslarla savaşan gruplara ciddi bir destek verdiği biliniyor.
Zaten dünyanın en fakir altıncı ülkesi olan Afganistan’da herhangi bir hareketin dışarıdan bir yardım almadan kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak “meşru” ekonomik yapılar bulunmuyor. 2021 itibarıyla 38 milyon civarında olduğu tahmin edilen nüfusun yüzde doksanı, günlük açlık sınırı olan iki doların altında bir para ile hayata tutunmaya çalışıyor.
Afganistan’ın sömürgeci iştahlarını kabartacak kadar olmasa da petrol, doğal gaz gibi kıymetli madenleri var. Toprakları, demir, bakır, altın gibi minerallerin yanısıra lityum gibi nadir bulunan mineraller açısından zengin. Ne yazık ki bu madenler güvenlik tehditleri, siyasi istikrarsızlık, yetersiz altyapı, yaygın yozlaşma ve yolsuzluklar gibi sebeplerle yeterince çıkartılıp işlenemiyor.
Peki bu fakir ülkeye süper güçlerin gösterdiği “yoğun” alakanın sebebi ne?
Sebep ideolojik gibi görünse de aslında üstünlük mücadelesi…
Afganistan, Vietnam, Lübnan, Kongo, Angola yahut Kore gibi süper güçlerin vekalet savaşlarını yürüttükleri, doğrudan karşı karşıya gelmeden, “maşalarını” tokuşturdukları bir ülke.
Sovyetler Birliği Afganistan’ı 1979’da soğuk savaş döneminde, “komünist cephe bir mevzi kaybetmiş olmasın” diye işgal etmişti. Tıpkı Amerika’nın, “bir ülke komünizme teslim olursa domino etkisi ile birçok komşusu da elden gider” endişesiyle Vietnam’ı işgal ettiği gibi.
Henüz Saygon hezimetinin verdiği “kuyruk acısı” tazeyken Sovyet’lere kendi Vietnamlarını yaşatma kararı alan Amerika da Afganistanlı “mücahitleri” görünürde ideolojik gerekçelerle desteklemiş, onları kendi adına Ruslarla savaşacak paralı askerler olarak konumlandırmıştı.
2001 yılında Amerika, Taliban’ın Usame Bin Ladin’i kendilerine teslim etmeyi ısrarla reddetmesini bahane ederek Afganistan’ı işgal etmişti.
Günümüzün yeni süper gücü Çin, Afgan savaşçılarını yeni işgalcileri olan Amerika’ya karşı el altından destekledi.
Vekalet savaşlarında ideolojik ya da dini motivasyonlar, aslında hakikati örten bir perdeden ibaret.
Süper güçlerden biri adına diğeriyle savaşmanın, pek çok Afganlı için geçim kapısı haline gelmiş olduğu bile söylenebilir.
Fakat savaş çok masraflı bir iş! Süper güçler için bile…
Amerika’nın, düşmanlarına karşı kendi adına savaşacak vekil savaşçıları beslemek için avuç avuç döktüğü dolarları azaltmak için “paralı askerlerini” nasıl pis işlere bulaştırdığını, Afganlıları nasıl uyuşturucu işine soktuğunu anlatmaya yerim kalmadı.
İnançları uğrunda şehadete razı “şeriatçı” medrese talebelerinin ve dünya kamuoyunun bu kirli çözüme nasıl razı edildiğinin hikayesi de önümüzdeki haftaya kaldı.