Uyumsuz kahramanlara ihtiyacımız var
Bir önceki yazımda “insan aklının”, gruba uyum göstermenin ödüllendirilip, gruptan ayrı hareket etmenin cezalandırıldığı bir süreçte tekâmül ettiğine dair bir teoriden bahsetmiştim.
Bu yazıda ise, bahse konu evrimsel perspektiften bakıldığına “imalat hatası” sayılması gereken, az sayıdaki “uyumsuzlardan” bahsetmek istiyorum.
Eğer istisnasız herkes hayatta kalmanın en akıllıca yolu olan, “sürüye uyma” davranışını göstermiş olsaydı “toplumsal değişmeler” ya çok yavaş olur ya da hiç görülmezdi.
İnsanlık, gelişmesini toplumun gittiği istikametteki problemleri tespit eden, kalabalıkların benimsediği yanlışlara uymayı reddeden, itirazlarını korkmadan çekinmeden dile getiren, toplumsal yanlışların düzeltilmesi için mücadele veren ve bunun için -çoğu zaman ağır- bedeller ödeyen insanlara borçlu.
Tarih boyunca her topluluğun tıpkı bizim bugün muhafaza etmeye çalıştığımız, “aman değişmesin” diye çabaladığımız “değerlerimiz” gibi değerleri vardı.
Ama bu değerlerden bazıları -ne kadar kadim, ne kadar kökleşmiş olurlarsa olsunlar- toplulukların kurtulması gereken, “yanlış” değerlerdi.
“Toplumca sıkı sıkıya benimsenmiş yanlışlara”, “kurumsallaşmış adaletsizliklere” ve bunları canla başla savunan kitlelere korkusuzca karşı çıkabilen çok az sayıda insan oldu.
Ama bu “uyumsuz kahramanlar” tarihin akışını değiştirdiler.
Mesela Hz. İbrahim ya da Hz. Muhammed içine doğdukları toplumunun yüksek “değerlerine” hiç iltifat etmediler, bilakis o toplumun “putlarını” yerle bir ettiler.
Mesela asırlar boyu dünyanın birçok toplumunda kurumsallaşmış, hemen herkesçe benimsenmiş olan “kölelik” müessesesi böyle yıkılması gereken bir müesseseydi.
Amerika’da, John Brown’ın yaktığı, kölelikle, kölecilikle mücadele ateşi ülke çapında bir iç savaş yangınına dönüştü.
Abraham Lincoln, zengin ve nüfuzlu köle tacirlerini ve sahiplerini karşısına alma ve nihayet öldürülme pahasına köleliği kaldırdı.
Köleliğin resmi olarak kaldırılmasından bir asır sonra, toplumda hala yaşayan adaletsizlikle, ırkçı şiddetle mücadeleye girişen Martin Luther King Jr ve Malcolm X, toplumun içselleştirdiği “yanlış” değerlere karşı çıktılar. Toplumlarını değişime zorlayan itirazlarının bedelini canlarıyla ödediler.
Mahatma Gandi başlarına geleni çaresizce kabullenmiş, köleliğe razı olmuş Hindistan halkının “değerlerini”, ya da İngiliz efendilerin dayattığı düzeni benimsemedi, halkına İngilizlerin boyunduruğundan kurtulma yolunda önderlik etmesinin faturasını göğsünde üç kurşunla ödedi.
Rachel Corrie, doğduğu topraklardan çok uzaklarda, yetiştiği ülkede hiç de umursanmayan, hatta destek gören İsrail devlet terörünün ezdiği Filistinlilere destek vermek için arslanlar gibi karşısına dikildiği buldozer tarafından ezilerek katledildi.
Julian Assange, Edward Snowden, Chelsea Manning, ihanetle ve casuslukla suçlanacaklarını, dünyanın en güçlü istihbarat örgütünce hayatlarının karartılacağını, muhtemelen kalan ömürlerini zindanlarda tüketeceklerini bile bile, Amerikan devletinin haksız hukuksuz uygulamalarını, katliamlarını faş ettiler.
Bu insanları cesur kahramanlara dönüştüren bir gen mi var bilmiyoruz.
Fakat bu insanların alâmet-i farikası olan ortak noktaları şöyle tespit edebiliriz:
* Yüksek bir zekâ, güçlü bir empati kabiliyeti, büyük bir özgüven,
* Ahlak, dürüstlük, adalet gibi soyut prensipleri derinlemesine kavrayıp, içselleştirme,
* İnandıkları, söyledikleri ve yaptıkları arasında tutarlık gözetme, inandıkları gibi yaşama,
* İçinde yaşadıkları toplulukla, hatta tüm ülkeleriyle ters düşmekten, kınanıp ayıplanmaktan korkmama,
* İnandıkları uğurda yaptıklarının çıkaracağı ağır faturaları ödemeyi göze alma,
* İnançları doğrultusunda sabır, sebat gösterme ve kararlı olma,
* Düşünülemez sayılanı düşünmekten, söylenemez sayılanı dile getirmekten ve “hayır” demekten, karşı çıkmaktan çekinmeme.
Sayıları çok az da olsa, böyle, kalabalıkların karşısına geçip, kollarını makas gibi açarak, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diye haykırabilecek “uyumsuz kahramanlara” ihtiyacı var her toplumun.