Radikallerin reçeteleri derdimize deva olabilir mi?
Bilim, din, ideoloji gibi “büyük anlatılara” artık kuşkuyla yaklaşılan postmodern devirde insanlığın kollektif eylemlere geçme, ortak ideallere doğru hamle yapma, uzun vadeli planları sabır ve sebatla hayata geçirme kabiliyetinin azaldığını daha önce anlatmıştım.
Fakat üst üste yığılan devasa problemlerimiz var ve bunların bireysel reçetelerle çözümü mümkün değil!
Çözüm için kollektif şuura, ortak hedeflere, birliktelik hissine ihtiyaç var.
Fakat artık pek az kimsenin bir “davaya” inandığı, inananların da davalarına öyle çok güçlü hislerle bağlanmadığı bir çağdayız.
Zygmunt Bauman’ın (1925-2017) ifadesiyle hemen her şeyin sabit ve katı formlarını yitirip “akışkanlaştığı” bir dönem bu.
Bauman 2001’de yayınlanan “Cemaatler: Güvenli Olmayan Bir Dünyada Güvenlik Arayışı” başlıklı eserinde, modernitenin katı halinin, sanayi toplumu, üretim odaklı ekonomi ve ulus-devlet gibi kalıcı, sağlam, dengeli ve öngörülebilir yapılarla karakterize edildiğini ama artık içinde yaşadığımız akışkan modernitede bu yapıların çözülmeye ve yerlerini daha esnek, geçici ve belirsiz oluşumlara bıraktığını anlatır.
Hızlanan değişim, küreselleşme ve bireyselleşme süreçleri, insanların hayatlarını belirsizlik ve güvencesizlik içinde geçirmelerine neden oluyor.
Endişeleri artan insanların güvenlik ve aidiyet özlemiyle girdikleri cemaat arayışı genellikle hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor.
Çünkü akışkan modernitede geleneksel cemaatler hem zayıflamış hem de gözden düşmüş vaziyette.
Cemaatler bireylere güvenlik hissi sunarken, aynı zamanda özgürlüklerini kısıtlar. Akışkan modernitenin insanları, bu iki değer arasında sürekli bir denge arayışı içindeler. Yani kendilerini emniyette hissetmek için öyle hemen hürriyetlerinden vazgeçmeye razı değiller.
Bu durum, kalıcı bağlar kurmayı, geleneksel cemaatlere girmeyi, dolayısıyla da cemaatler vasıtasıyla yaygınlaşan büyük anlatılara tutunmayı zorlaştırıyor.
Belirsizlik ve güvencesizlik ortamında insanlar, aidiyet hissi ve güvenlik arayışıyla yeni “kimlik cemaatleri” oluşturuyorlar. Ancak bu cemaatler, geleneksel olanlardan farklı olarak daha geçici, yüzeysel ve kolayca dağılabilen nitelikte. Yani akışkanlar.
Akışkan modernitenin coşkun selinde çaresizce sürüklenen, kendilerini kaybolmuş hisseden, adeta tutunacak bir dal arayan kimseler, endişe ve huzursuzlukları arttıkça, “bu dehşet verici düzeni yıkıp, bu çılgınlığa son vereceğiz” diyen “radikallerin” tekliflerine daha çok kulak kabartır hale geliyorlar.
"Radikal" kelimesi, Latince “kök” anlamına gelen "radix" kelimesine dayanıyor.
"Radikal" (ya da "köktenci") kavramı, mevcut siyasi ve toplumsal sistemin keskin ve büyük müdahalelerle “kökten” değiştirilmesini isteyen kişileri tanımlamak için kullanılıyor.
“Kökten” değişim vaatleri daha çok, yoğun bir nostalji hissine saplananlara hitap ediyor.
Postmodern toplumun radikalleri, yenilik yorgunu kitlelere, köhne mazinin köklerini kazıyıp daha fazla yenilik getirmeyi değil, “yanlış uzayan” dalları budayarak “köklere”, yani her şeyin böyle akışkanlaşmadığı eski güzel günlere dönmeyi vaat ediyorlar.
Bunu yaparken de sert ve tavizsiz olmayı, ayak bağı gibi görülen hakları, hürriyetleri şöyle bir kenara bırakıp, problemleri eskiden olduğu gibi “kimsenin gözünün yaşına bakmadan” çözmeyi öneriyorlar.
Mesela düzensiz göç probleminin çözümü onlar için sınırlara yerleştirilecek taramalı tüfeklerle yaklaşan her göçmeni vurmak ve içeridekileri de yaka paça sınır dışı etmek.
Başıboş sokak köpekleri probleminin çözümü de basit: Hepsini bir seferde toplayıp öldürmek.
Ahlakımızı bozan Netflix’e karşı radikal öneriler dünden belli: Yasaklayıvermek! Eskiden Netflix mi vardı?
Altıncı asır Mekke’sinin uygulamalarına, 1930’ların “asr-ı saadetine” yahut “bilimsel sosyalizm” ilkelerine dönmek de benzer başka radikal öneriler!..
İnsanlar çözümsüzlükten usandıkça, radikal öneriler daha çok makes buluyor.
Ama maalesef bu radikal önerilerin çözüm üretmek bir yana, toplumu şiddet, acı ve fakirlik bataklığına sürükleme ihtimali çok büyük!
Neden?
O da bir sonraki yazıya.