Ölçek meselesi
Bundan yaklaşık yirmi iki sene önce, çiçeği burnunda bir araştırma görevlisiyken, çok kullanıcılı bir bilgisayar programı yazmaya heves etmiş, çoktan seçmeli soruların cevaplanabildiği bir sınav otomasyonu geliştirmiştim.
Hazırladığım program, çift tıklamayla çalıştırıldıktan sonra sınav sorularının görülüp cevaplandığı bir masaüstü uygulamasıydı ama bir acemi işiydi, arkasında bir veritabanı sunucusu bile yoktu.
Kendim denediğimde gayet güzel çalışıyordu fakat çok kişi aynı anda kullanabilir miydi bilmiyordum.
Benim gibi yazılım konusuna derin ilgi duyan bir hocam ve bir asistan arkadaşımla beraber programı heyecanla test ettik.
Üç kişi için de tıkır tıkır çalışıyordu. Bu kadar testi yeterli bulmuştuk. Hocam bir sonraki sınavını bu programla yapmaya karar verdi.
Sınav günü hocamı can sıkıntısıyla sağa sola koştururken gördüm. Morali çok bozuktu. Büyük bir fiyasko yaşanmıştı.
Yüzden fazla öğrenci aynı anda girince benim program çökmüş, hoca sınavı iptal etmek zorunda kalmıştı.
Üç kişiye hizmet veren programın yüz kişiye de hizmet vereceğini sanarak yanılmıştık.
Yaşadığım acı tecrübe, hayatta bu tür varsayımların ne kadar yanlış olduğunu öğretti bana.
Daha sonra milyonlara hizmet veren yazılım projeleri yönetirken, ölçek meselesini hep ilk planda tuttum.
Edindiğim kritik tecrübeyi mümkün olduğunca çevremle paylaşmaya çalıştım.
Çünkü ölçek fikri kolay oluşmuyor zihinlerde.
Sık sık çeşitli “yazılım projeleri” getirip, fikrimi soranlar oluyor.
Bu projelerin neredeyse hepsi çok büyük ölçekli düşünülüyor. Ya milyonlarca kullanıcıya ya milyonlarca cihaza hizmet verme esası üzerine kurgulanıyor.
İnsanlar günlük hayatlarında, milyarlarca insanla beraber kullanmaya alıştıkları WhatsApp, facebook, instagram, twitter gibi uygulamaların birkaç yazılımcının oturup kısa zamanda geliştirip çalıştırabilecekleri yazılımlar olduğu zannına kapılıyorlar.
Son derece “basit” bir mesajlaşma uygulaması olan WhatsApp’ın neden on dokuz milyar dolar gibi astronomik bir fiyata satıldığını, operasyonun kesintisiz ve etkin şekilde sürdürülebilmesi için arka planda kurgulanıp çalıştırılması gereken dev veri merkezlerini, icat edilmesi gereken yeni teknolojileri, çözülmesi gereken devasa problemleri, ihtiyaç duyulan nitelikli iş gücünü ve finans ihtiyacını hesap edemiyorlar.
Ölçek meselesi çok mühim.
Evde edinilmiş küçük ölçekli tecrübeler, işte çok anlam ifade etmeyebiliyor.
Bir kasabada öğrenilmiş satış becerileri, büyük şehirde işe yaramayabiliyor.
Amatör kümede şampiyon olmanız şampiyonlar liginde top koşturabileceğiniz anlamına gelmiyor.
Bir bölüğe yemek çıkartmış olmanız, bir tümene, bir orduya da yemek çıkartabileceğinizi göstermiyor.
Çoğu kimse ölçek meselesini anlayıp kabullenmekte zorlandığından projelerimiz başarıya ulaşmıyor.
Henüz bir onbaşının beceri ve bilgilerine sahip olduğu halde ordu yönetmeye talip olanlar yahut böyle bir vazifeyi kucağında bulduğunda tereddütsüz kabul edenler çıkıyor.
Türkçemizde bu tür insanlar için kullanılan “hadsiz”, “kifayetsiz muhteris” gibi sıfatlar bu aralar tedavülden kalkmış gibi sanki.
“Âlem buysa kral benim” diyenler, zihinlerinde indirgedikleri “âlem” ile kendileri arasındaki ölçek farkını anlayamadıkları için asla hakkıyla beceremeyecekleri işlere soyunuyorlar.
Ölçek fikrine sahip olmayan kimseler de kolayca inanıyorlar onlara.
* * *
Sık sık Türk bilim adamlarının imza attığı icatlara dair haberlere rastlıyoruz.
Bunların çok önemli ve heyecan verici olmakla beraber -akademinin tabiatı gereği- birer prototip, P.O.C. (proof of concept) yani bir şeyin olabilirliğini ispatlamak için yapılmış tekil örnekler olduğunu anlayamıyoruz.
Bir icadın hayatımızda kullanılır hâle gelmesi için endüstriyel olarak üretilerek bir ürüne dönüşmesi gerekiyor.
Bunun için ihtiyaç duyulan becerilerin akademide değil endüstride aranması lazım.
Bu mesele sadece üretimle değil hayatımızın her yönüyle ilgili.
“Ölçek meselesinin önemini” sanırım uzun, bol bol yanılıp ağır faturalar ödemek zorunda kaldığımız bir süreci yaşayarak, zor yoldan öğreneceğiz.