Klasik Türk Musikisini senfonik hale getirsek günah olur mu?
Epey bir süredir, Türk musikisini neden günümüz gençlerine dinletemediğimizi kendi içimde sorgulamaya çalışıyorum. Bu konuda elbette farklı bahaneler üretebiliriz. Yüzyıllar içinde büyük kültürel değişimlerin yaşandığını, nesillerin değiştiğini ve artık başka bir dünyada yaşadığımızı, doğal olarak geçmişte kalan klasik Türk musikisini bugüne taşımanın imkansız olduğunu da söyleyebiliriz.
Ancak bunların hiçbirisi mazeret olamaz, zira aynı değişimi Batı dünyası da yaşadı ama büyük bestecilerinin Barok, Rönesans ve Romantik dönemlerde yarattıkları eserler, dünyanın bütün konser salonlarında ve özellikle de dijital platformlarda dinlenmeye devam ediyor.
Ama günümüz Türkiye’sinin genç kuşakları, Türk musikisinin dahi bestecilerinin ve üstatlarının adlarını bile bilmiyorlar. Oysa bizim bestekarlarımız da tıpkı Batı’nın dahi bestecileri gibi hem dini hem de dünyasal müzik alanında büyük eserler vermişlerdir.
Düşünün ki bizim de Türk musikisinin Rönesans’ı olarak nitelenen 17. Yüzyıl bestecilerinden olan Bir Hafız Post’umuz, hem tasavvufi hem de dünyevi alanda büyük eserler vermiş bir Itri’miz, 19. Yüzyıl Türk musikisinin yetiştirdiği en önemli bestekar ve hanendelerinden biri olan Dede Efendi’miz, Modernleşme sürecinin Osmanlı padişahı bestekar III. Selimimiz, Tarihi Makam Müziği Nazariyatına yeni bir bakış açısı getiren bestekar ve musikişinas Dimitri Kantemiroğlu’muz, Avrupa nota yazısını Türk müziğine uygulayan ilk musikişinas Ali Ufkimiz, Türk musiki tarihinin önemli bestekar ve icracısı olan Abdülkadir-i Meragi gibi büyük üstatlarımız ve adlarını bir köşe yazısı içine sığdıramayacağımız kadar önemli musikişinaslarımız var.
Evet böylesine büyük bir kültürel zenginliğe sahibiz ama bizim haberimiz yok. Ben bir müzik nazariyecisi değilim, ancak okumalarımdan edindiğim bilgiye dayanarak söylemem gerekirse, galiba Türk musikisini modern zamanlara taşıyabilmek içi bestekarlarımızın eserlerini, büyük orkestralarla senfonik bir zenginliğe kavuşturmamız gerekiyor. Herhalde bunu yapmak günah değildir… Klasik Türk musikisinin bugüne taşınması meselesinin daha iyi anlaşılabilmesi için Klasik Batı müziğinin tarihsel hikayesine kısaca bakmakta yarar var.
Bilindiği gibi klasik müzik, Batı müziğinin en eski ve en zengin türlerinden biridir. Çağlar boyunca gelişmiş ve farklı dönemlere ait bestelerden oluşmaktadır. Klasik müziğin en eski dönemi Barok dönemdir. Barok dönemi müziği, 1600'lü yılların başında başlamıştır ve yaklaşık 1750'li yılların sonuna kadar sürmüştür. Klasik dönem müziği, 1750'li yıllardan 1820'li yılların sonuna kadar sürmüş, Romantik dönem müziği ise 1800'lerin başından 1900'lerin başına kadar sürmüştür. Son olarak, modern klasik müzik, 20. yüzyılın başından günümüze kadar devam etmektedir.
Erken dönem müziği sözlü olarak, muhtemelen perküsyon veya başka bir enstrüman eşliğinde söylenerek aktarılmıştır. Sahip olduğumuz en eski tamamlanmış müzik parçası Seikilos Epitaph'ı olarak adlandırılır ve bu yalnızca sevilen birini onurlandırmak için yazıldığı ve kelimenin tam anlamıyla mezar taşına kazındığı için günümüze ulaşmıştır. Sadece bir melodi ve kelimeden oluşur, ancak buna eşlik etmek için başka enstrümanların da çalındığını tahmin edebiliriz.
Tıpkı Erken dönem müziği gibi, konser salonlarında Ortaçağ müziği duymanız da pek mümkün değildir. Ancak bir "Gregoryen İlahisi"ni duyabilirsiniz. Bazı besteciler, müziği kiliseyle ilişkilendirmek için modern eserlerinde bu ilahileri taklit etmişlerdir. En ünlülerinden biri Nicolai Rimsky-Korsakov'un Rus Paskalya Uvertürü'dür. Bu parçanın giriş bölümü geleneksel bir Rus Ortodoks ilahisi niteliğindedir.
Barok dönem mimarisi, sanatı ve müziği, esas itibariyle Rönesans dönemindeki Protestanlığın sadeliğine bir tepkiydi, süslü ve karmaşık özellikler içeriyordu.
Barok mimarisi
Rönesans müziği, bağımsız seslerin girip çıktığı akıcı çizgilerden oluşurken, barok dönemi müziği farklı bölümleri arasındaki ilişkileri sağlamlaştırarak çok daha fazla yapı ve enstrüman ekledi. Besteciler ilk kez, vokal bir çizgiye eşlik etmek, tek başına çalmak veya daha büyük bir topluluğun parçası olarak çalmak için belirli bir enstrüman isteyen bir kompozisyon yazmaya başladılar. Bütün bunlar aynı zamanda senfoni orkestrasının da başlangıcı oldu. Solo enstrümanlar için konçertolar popüler hale geldi (Vivaldi 400'den fazla yazdı) ve enstrümantal müzik dünyaya hakim olmaya başladı.
Geç Rönesans ve Barok dönemleri aynı zamanda operanın icadına ve yükselişine, müzikle dramatik öğelerin günümüzde bildiğimiz şekliyle birleştirilmesine de tanıklık etti.
Romantik dönem ise, dünyaya müziğin güzel ve ince duyarlıklardan daha fazlası olabileceğini gösteren Ludwig Van Beethoven'ı izlemişlerdir. Net olarak ifade etmek gerekirse Romantik dönem, insan ruhunun derinliklerine ve duygu dünyalarına inilen bir dönemin adıdır. Bu çerçevede hem güzelliği hem de acıyı ifade eden büyük eserler verdiler.
Üzerindeki Gezgin
"Ancak bu dönemin en önemli özelliği daha fazla enstrümanla daha büyük orkestraların oluşmasıdır. Orkestralar o kadar büyüdü ki artık bir kemancı veya piyanist tarafından yönetilemez hale geldiler ve sonunda orkestra şefliği oluştu.