Modernitenin çarkı durduğunda ne olur?
Karmaşık sistemlerin çok katmanlı yapıları vardır.
Mesela atomların yörüngelerinde dolaşan elektronların transferi ile ortaya çıkan elektrik akımını taşıyacak iletkenler, iletkenlerin yerleştirildiği devreler, devreler üzerinde çipler, çiplerin organize edilip kutulandığı donanımlar, donanımları yönetmek için işletim sistemleri, işletim sistemleri arasında haberleşmeyi sağlamak üzere yine elektronları koşturan iletişim alt yapıları vardır.
Instagram, Facebook, Twitter gibi sosyal medya yazılımları o alt yapılar üzerinde çalışır.
Bu yazılımları her gün kullananların akıllarının köşesinden bile geçmese de elektronlar, telefonlarında ve bilgisayarlarında yaptıkları her şeyi mümkün kılan temel unsurdur.
Toplumsal sistemler de benzer şekilde katmanlardan oluşur.
Toplumsal sistemleri teşkil eden yapılar, insan topluluklarının yönelimleri, kolektif kararları, tutumları üzerine inşa edilir.
O yönelimler, kararlar, tutumlar, neticede bireylerin yapıp ettikleri ve tercihleri çerçevesinde şekillenir.
Tercihlerimizin ve yapıp ettiklerimizin temelinde, çoğu zaman üzerinde düşünmediğimiz, mahiyetlerinin çok da farkında olmadığımız bir takım inançlar bulunur.
O inançların temelinde de duygular, felsefi kabuller ve o kabullere istinaden benimsenmiş temel prensipler vardır…
“İnsanlık gemisi çapasını yitirince” başlıklı yazımda, modernite devrimi sonrasında o temellerde yaşanan kaymayı, paradigma değişimini anlatmaya çalışmıştım.
Maksadım “eski çağlarda her şey çok iyiydi, insanlık modernleşirken değerlerini kaybetti, ne kötü oldu” diye anlamsızca yakınmak değil, yaşadığımız paradigma kaymasına dikkat çekmekti.
Kadim dini inançların büyük savaşlara ve zulümlere yol açtığını ve seküler hümanist inancı benimsemenin insanlığı o “problemli” inançların prangasından kurtardığını ileri süren pek çok mesaj aldım.
Bu yorumları yapanların, -yazımda özellikle dikkat çektiğim- modernitenin “refah artışı” ile ilişkisini göz ardı ederek yanlış bir kıyas yaptıklarını düşünüyorum.
Âdil bir mukayese için, “eski kavimler bugünün ileri ülkelerinin maddi refahına sahip olsalardı aynı şekilde kıyıcı, yobaz, hak tanımaz vs. olurlar mıydı” diye bakmak gerekir.
Gözden kaçan diğer bir nokta, dindar kimselerin de modern paradigmayı tamamen kabul etmiş ve benimsemiş oldukları.
Mesela Harari, İsrail'de eşcinsellerin onur yürüyüşü aleyhinde birleşen dindar Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların, “biz eşcinsellerin gösterilerine tanrı eşcinselliği yasakladığı için karşı çıkıyoruz” demek yerine, “Kudüs sokaklarında bunları görmek bizi derinden yaralıyor, eşcinseller nasıl hislerine saygı duyulmasını istiyorlarsa onlar da bizimkine saygı duymalılar" dediklerini, yani itirazlarını inançlarına değil, insani his ve arzularına dayandırdıklarını söylüyor.
Çünkü modern çağın “geçer akçesi” insan hisleri.
Başka bir örnek vereyim.
Bugün tüm dünyada kardeşlerin birbirleriyle evlenmeleri yasak.
Bu yasak, tıbbi endişelerin yanısıra, kültürel mülahazalardan devşirilmiş etik ve kanuni gerekçelerin birleşimine dayanıyor.
Kültürel mülahazalar dediğimiz ise ekseriyetle modernite öncesi devirlerdeki paradigmanın kolektif hafızamızdaki yapışkan kalıntıları…
Tek otorite ve anlam kaynağının “insanların arzu ve hisleri” olduğu bir dünyada bu yasağın sürdürülmesi biraz zor görünüyor!
Reşit yaşta, aklı başında iki kardeş birbirleri ile evlenmeyi arzularsa, modern hümanist paradigma, tanrı makamına oturtulmuş insanların isteklerine şapka çıkarmaktan başka ne yapabilir?
Birçok ülkede eşcinsel evlilikler 2000’lerden sonra legalleştirilmeye başladı.
Aynı şekilde kardeş evliliği de zaman içinde legalleşecektir.
Modern paradigmada hesap verilecek bir tanrı yok.
Hümanizm dininin “kutsalları” insan his ve arzuları.
Bu düzen, insanlara sunulan maddi refahın, konforun sürekli artması üzerine kurulu.
Peki modernitenin çarkını çeviren maddi refah artışı durursa ne olur?
Pusulaları artık arzu ve hırslarından başka istikamet göstermez hale gelen insanlar darlıkta, yoklukta ne yaparlar?
Umarım bunu yaşayarak öğrenmeyiz.